NİYET: Sözlükte “yönelmek, kasdetmek, irade etmek, dilemek” manalarına gelir. Din dilinde bir işin bir fiilin yarar sağlayacağı veya bir zararın def edileceğine kalbinden hükmederek o işe, o fiile yönelmek demektir.

NİYET: Sözlükte “yönelmek, kasdetmek, irade etmek, dilemek” manalarına gelir. Din dilinde bir işin bir fiilin yarar sağlayacağı veya bir zararın def edileceğine kalbinden hükmederek o işe, o fiile yönelmek demektir.
Kur’an-ı Kerim’de  niyet veya türevlerinden herhangi bir kelime geçmez. Genellikle ayetlerde “irade” dilemekten den “erade ve yüridü” dilerse fiilerinin geçtiği ayetler) İsra 18-19) ile Allah’ın rızası vurgulanan ayetler (vechellah, livechillah gibi) (Bakar 272, Enam 52, Kehf 28, Hac 37) niyet olarak manalandırılmıştır.
Meşhur bir Hadisi Şerifte de “Ameller niyete göredir (Buhari, Bed’ü ‘l vahy). Yine “Mü’minin niyeti amelenden hayırlıdır..” (Taberani VI) gibi Hadisi Şerifler bir iş yapıldığı zaman o iş ve fiilden önce niyetin önemini vurgulaması bakımından önemlidir. Osmanlı hukuk sisteminin anayasası mesabesinde olan Mecellede de niyetin kukuki statüsü belirle- yen bir madde vardır. “Bir şeyden maksat /niyet neyse hüküm de ona göredir.. (md.2)
Bütün bu delillerden anlaşılan niyet/kast yapılan fiillerde ana unsur olarak göze çarpmaktadır. Özellikle ibadet konularında fıkhi bir esas olarak niyetin şart koşulması o ibadetin makbul olup olmamasına etki eden bir unsurdur. Mesela; Ramazan günün de Oruc’a niyet etmeyen bir kişi sabahtan akşama kadar hiç bir şey yemeden içmeden aç dursa, oruca niyet etmediğinden oruç tutmuş olmaz. Dolayısı ile sevap da kazanamaz. Yürümek mubah bir iştir. İnsanlar spor olsun diye de yürürler ama Namaz kılmak için mescide yürümek bir sevaptır.
Farz İbadetler için ‘niyet’ şart iken ibadet cinsinden olduğu halde Abdest, gusül ve ezan gibi ameller için niyet aranmaz. Mesela usulüne uygun fakat niyet edilmeden alınan bir abdest ile Namaz kılınabilir..(D.İA.3/16)
Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bir çok alime göre dil ile niyet söylemek mekruhtur. Sonra gelen bazı alimler kalp ile beraber lisan ile de söylenmesini iyi görmüşlerdir..(B.İ.İlmihali)
Burada kişinin her türlü ibadetinde ve hayırlı amelinde kendisi için veya bir başkası için niyet edip yapması gündeme gelmektedir.
Kişi ibadetlerini kendi nefsi için niyet ederek yapsa bile, Namaz, Oruç, Hac, Sadak gibi ibadetlerin sevabını bir başkasına bağışlayabileciğini Hanefi Mezhebi kural olarak kabul etmiştir. Fakat bunun karşılığında ücret alınmasını caiz görmezler. Şu kadar varki, Kur’an muallimliği, imamlık, müezzinlik gibi dini hizmetlerin karşılığında zaruretten dolayı ücret alınması caiz görülmüştür. Çok eskiden beri bu kabil hizmetler için Beytül malden (devlet hazinesinden ücret verildiği bilinmektedir.
İbadetlerde ‘vekalet’ de din alimleri arasında tartışılmıştır. Çoğunluk Hac dışında ki ibadetlerde  başkasına adına niyabeten /vekil olarak namaz kılmak oruç tutmak, Kur’an okumak gibi…caiz olmadığı görüşündedirler. Çünkü bu hususda  ne Kur’an’dan, nede Hadisi Şeriflerden bir delil bulmak mümkün değildir. Bil’akis Necm suresi ayet 39 da Rabbimiz, “İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur..” buyurmaktadır.
Hanefi mezhebi alimleri ibadetleri üçe ayırarak,  Zekat, Sadaka, Kurban gibi mali ibadetlerde vekaletin caiz olduğuna, Namaz oruç gibi bedeni ibadetlerde asla vekaletin caiz olmadığına, Hac gibi hem bedeni hemde mali bir ibadet olanlarda ise kişinin bir takım özürlerden dolayı yerine getire-memesi halinde vekaletin caiz olacağına hüküm vermişlerdir.