Platon’un teorisinde, maddi nesneler değişkendir ve aslen gerçek değildir; daha ziyade ortak bir isimle ideal, ebedi ve değişmez bir forma karşılık gelirler ve bu form sadece akıl tarafından algılanabilir. Bu nedenle, bu dünyada güzel olarak algılanan bir şey, aslında güzellik biçiminin kusurlu bir tezahürüdür. Aristoteles’in bu teoriye karşı birçok argümanı vardı ve Platon’un fikirlerini net bir dille reddediyordu. Bir bilim adamı ve ampirist olarak, yalnızca dünyanın gerçekliğine odaklanmayı tercih etti.

Aristoteles’in Metafiziğe Bakış Açısı

İlk büyük metafizikçilerden biri Aristoteles’di. Aristoteles, daha sonra “metafizik” adı verilecek bu olgu hakkında bazı fikirlere sahipti. Ona göre metafizik “var olma” çalışmasıydı. Bu görüşe göre metafiziğin amacı, varlıkları (dünyadaki şeyleri) renk, şekil, boyut veya koku gibi yüzeysel niteliklerine değil, daha temel bir şeye dikkat ederek incelemektir: onların varlığı (veya var olma şekli). Bu düşünceyle Aristoteles, bir dizi varlık türünü listeleyerek ve doğalarını araştırarak çalışmalarına devam etti. Aristoteles’in bu görüşü metafiziğin bir kısmını çözüyor, evet… Ancak hepsini değil! Örneğin, bazı modern metafizikçiler, dünyanın nihayetinde hiçbir nesne içermediğini iddia ediyorlar. Yani Aristoteles’in görüşü, bizim bu konuyu açıklayabilmemiz için yeterince geniş bir perspektife sahip değil.

Metafizik Nedir?

Hiç zihniniz bir anda içinde bulunduğunuz boşluktan ötürü, içinizde bir huzursuzluk yarattı mı? Veya bir düşünce denizinin içine dalmışsınız gibi bir hissiniz oldu mu? Eğer cevaplar hayırsa, şu sorulara göz gezdirin;

  • Zaman bir yanılsama olabilir mi?
  • Mutlak gerçek var mı? 
  • Tanrı’nın varlığını bilebilir miyiz? Yoksa Tanrı kavramı iç sesimiz olabilir mi?
  • Yaşamın anlamı nedir?

Tüm bu sorulara göz atıp cevaplamaya çalıştığınızda, fiziğin kavramlarının bu sorulara cevap olamayacağını fark edeceksiniz. İşte burada fizik ötesi anlamına gelen “metafizik” kavramı ortaya çıkıyor.

Felsefi Bakış

Doğum ve ölüm arasında geçen döneme “zaman” deriz. Zamanın ilerleyişinin elde ettiğimiz tecrübelerin en temel göstergesi olduğunu bilsek de, tam olarak açıklayamıyoruz. Üstüne, bu konuda bize fiziğin kuralları ve tanımları da yardımcı olamıyor. Zamanın varlığını inkar etmek mümkün olmasa da, tecrübeler olmayınca zamanın manası da tamamen yok oluyor. Bu gibi bazı sorunlarda, problemleri felsefi yönden inceleyerek çözmeye çalışırız.

Anlattıklarımız biraz kafa karıştırıcı gelebilir, ancak konu başlı başına kafa karıştırıcı zaten. Bunun sebebi ise bazı konularda bilimsel bakış açısıyla baktığımızdan; felsefede yapılan yorumlamaları algılamakta sorun çekiyoruz. 

Metafizik, genel görelilik gibi keşiflerden çok daha önce, Aristoteles ve Platon’un döneminden bu yana var olan bir olgu. Metafizik; varlığın doğasını, varlık ile zihin arasındaki bağlantıyı, niteliği, olasılığı ve gerçekliği ele alan bir felsefe dalıdır.

Ontoloji ise, varoluşun doğasını algılamaya çalışan bir bilim dalıdır. Birçok farklı nesneyi (var olan/olmayan, soyut/somut, sanal/gerçek gibi) ve aralarındaki bağı ayırt edebilmek için sorular sorar. Örneğin, “Evrenin doğası ne? Tanrı var mı?” gibi sorular, ontolojik sorulardır.

Doğal Teoloji

Bir vahiyle ilgili yorum yapmadan veya vahiye itiraz etmeden, Tanrı’nın varlığını ve aynı zamanda niteliklerini araştırır. Bu bilim dalında ilk merak edilen, “tanrı” söyleminin anlamının ne olduğudur. “Tanrı var mı?” veya “Tanrı var ise geleceği veya canlıların gelecekte ne yapacaklarını bilebilir mi?” gibi soruları soran teoloji, hiçbir kutsal kitap metninden veya benzer dinde yer alan yazılardan yardım almadan bu işi yürütür. 

Konuyla ilgili bilimciler, henüz evrenin kökenine dair net bir açıklamaya sahip değiller. Bu mantıkla bakacak olursak, ilahiyatçıların “bir yaratanın varlığı” düşüncesi bilimsel yönden yalanlanmamış oluyor. Tabi bu noktaya gelindiğinde farklı bir soru gündeme geliyor, eğer Tanrı evreni yarattıysa, Tanrı’yı kim yaratmış olabilir?

Metafiziği Bilim Dalı Olarak Görebilir Miyiz?

Var olan bilimsel yasalar ve birçok teoriyle açıklanamayan, mantığın dışında kalan tespitlerde bulunan metafiziğin, bilim dalı olarak görülebileceğini düşünmeniz mümkün. Yani metafizik, mantık çerçevesinde kalmaz ve kendini kısıtlamaz.

Coğrafi keşifler sırasında birçok bilge, Colomb’un yaptığı keşif yolculuğunu çok anlamsız ve tehlikeli olarak görüyordu. Bunun sebebi, bu bilgeler dünyanın düz olduğunu düşünüyordu ve Colomb’un yaptığı şeyin sonucu; “dünyadan düşmek” olacaktı. Ancak Colomb bu yolculuğa çıktı ve gelecekte, dünyanın yuvarlak bir yapıda olduğu fiziksel yönden kanıtlandı. 

Bir diğer sonradan öğrenilen gerçek ise, içinde bulunduğumuz sistemin (güneş sistemi) merkezinin güneş olmasıdır. Eskiden gökyüzündeki gezegen ve yıldızların, dünyanın çevresinde döndüğü düşünülürken; günümüzde bunun böyle olmadığı ve tüm gezegenlerin güneş çevresinde döndüğü gerçeğidir. 

Bahsettiğimiz bu iki gerçeğin ortak noktası, her ikisi de geçmişte metafiziksel olarak yorumlanıyordu. Çünkü ispatı yapılmamıştı ve üzerine yorumlar yapılabiliyordu. Anlaşılması gereken asıl şey, fizik ve metafizik arasında bir sınır var ancak bu sınır sürekli değişiyor. Yüzyıllar önce metafiziğin alanına giren bir şey, şu an fiziğin (yani bilimin) kapsamında olabilir. Metafizik bir bilim değildir, ancak bilmediklerimiz konusunda metafizik kapsamında yaptığımız tahminlerle, bilime öncülük eder ve geleceğe ışık tutar.

Kaynak: Haber merkezi