Günümüzde iletişim öyle bir noktaya geldi ki insanlar oturduğu yerden cep telefonu, tablet vb. teknolojik ürünlerle habercilerin canlı yayın araç, donanım ve ekibine ihtiyaç duymadan dünyanın herhangi bir noktasındaki olayı sesli, görüntülü, canlı izleyip/izletip bunlar hakkında yorum yapabiliyor. Bu elbette insanlık için büyük bir imkân. Öncelikle haber ve bilgi ihtiyacı ve bunun paylaşımı açısından çok önemli bir seviye.
Öyle ki Japonya’dan Amerika kıtasına kadar herhangi bir noktada bir afet ya da sağlıkla ilgili özel bir durum söz konusu olduğunda insanlığı yardım için harekete geçirme konusunda da oldukça katkı sağladığı herkesçe bilinen bir gerçek. Ancak hızla yayılan şey sadece iyilik değil. İşkence, cinayet, gasp, hırsızlık, arsızlık, dolandırıcılık gibi içeriklerin herkes tarafından kontrolsüz bir şekilde paylaşılması da bu tür işlere meyli olanlar için eğitici bir özellik gösteriyor ve bu olaylar hızla yayılıyor. Ardından bakıyoruz ki her gün çocuk istismarı, kadın cinayeti, hayvanlara işkence gibi haberlerle tahammül edilemez bir popüler kültür! meydana getirilmiş.
Peki bu duruma sebep olan şey nedir? Cevap: DUYARSIZLAŞMA. Duyarsızlaşma, aynı olayla tekrar tekrar karşılaşılması durumunda duyuşsal tepkilerin azalması demektir. Duyarsızlaşmayı daha iyi anlamak için sanırım en etkili fakat yürek burkan örnek Filistin ile devlet bile denemeyecek bir teşkilâtlanma olan İsrail arasındaki orantısız güçlerin mücadelesi. Orada sürekli yaşanan gerginlik, çatışmalar, verilen şehitler o kadar fazla ki meseleye karşı sinirlerimiz alınmış gibi tepkisiz bir toplum haline geldik.
Sürekli üçüncü sayfa haberlerine maruz kalan toplumun da bir kısmı Filistin örneğinde olduğu gibi haber içeriğine alışıp duyarsızlaşırken bir kısmı için de bu haber içerikleri ALGIDA SEÇİCİLİK meydana getiriyor ki böylece bu konulara karşı ilgisi ve merakı olanlar da yeni yöntemler keşfetme imkânı buluyor.
Sonuç olarak terör, istismar, cinayet olaylarını haber içeriği ile lanetlemiş olsak da reklamın iyisi kötüsü olmaz anlayışına hizmet etmiş oluyoruz. Bu bakımdan bu tür meselelerin çözümünde olaylardan ziyade olgular üzerine düşünmeli, konuşmalı, yazmalı ve bir şekilde yeni yaklaşımlar sergilemeliyiz.
Toplumsal yaşamın niteliğini değiştirmek istediğinizde işe “eğitim”den başlarsınız. Toplum vicdanında derin yaralar açan meselelerin çözümünde de eğitim olmazsa olmazımızdır. Beden ve düşünce eğitimi üzerine meseleleri bir kenara bırakırsak işe VİCDAN EĞİTİMİ ile başlanması gerektiği kanaatindeyim. Vicdan; insanın yüreğinden gelen ses, bazen sızlayan bir terazi, iyilikten huzur, kötülükten azap duyma hali, kimse duymasa bile kendini kendi içinde mahkum eden bir hakimdir.
Aslına dönmeyen, yok olmaya mahkûmdur, diye eski bir kaide var. Bizler, "Eşyayı dahi incitme" diyen bir medeniyetin mensupları olarak derin bir kültürel mirasa sahibiz. Sahip olduğumuz bu mirasın kıymetini bilmez ve bunu yeni kuşaklara aktarmazsak önce kültürümüz yok olur sonra da topyekûn bu millet.
Ormana girerken, genç ağaçları korkutmamak için baltanın sapını bezle saran insanları biz yetiştirdik. Kanûni Sultan Süleyman’ı da biz yetiştirdik. O Kanûni ki Şeyhülislâm Ebussuud Efendi'den, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayı’nın bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dînen caiz olup olmadığını sorar. Beyit şöyle:
"Dirahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?"
(Eğer karınca ağaca zarar verir, onu kurutursa onu yok etmenin bir günahı var mıdır?)
Şairliği de bulunan Ebussuud Efendi ki o da bizim kültürümüzün meyvesi, manzum soruya manzum bir cevap verir:
"Yarın Hakk’ın dîvânına varınca,
Süleyman'dan hakkın alır karınca”
Vel hasılı hesap var, kitap var; padişah da olsan karıncayı incitmeye hakkın yok, incitirsen hesabını Allah sorar, cevabını alan Kanûni bu işten vazgeçer.
Vicdanlar eğitildiğinde toplum bu türden hassasiyetleri çokça gösterecektir. İstismar, cinayet, işkence gibi olaylar azalacak, toplum vicdanını rahatlatacak caydırıcı cezalarla da büyük oranda ortadan kalkacaktır. Çocuklarımıza vicdanlı olmayı öğretirsek geriye kalan konuları da onlar rahatlıkla halledecektir.
Son sözü yine vicdanlarda incelik oluşturma gayretindeki şaire bırakalım:
Karıncayı bile incitmem deme!
Bile'den incinir karınca…
Fuzûli