Bunun da ötesinde, bazı film yapımcıları filmlerini; renkli filmler standart hale geldikten on yıllar sonra da siyah-beyaz çekmeyi tercih ediyorlar. Buna örnek filmler arasında Young Frankenstein (1974), Manhattan (1979), Raging Bull (1980), 1994 yılında Oscar kazanan Schindler’in Listesi (1993) ve The Artist (2011) gibi izlemeye değer ve sevilen filmler bulunuyor. Aslında, renkli filmler çoğu insanın sandığından çok daha uzun süre mevcuttu, ancak sinema endüstrisine uyarlanmamıştı.

Ayrıca Türkiye’de sineması tarihindeki ilk renkli film, 1953’de izleyicilerle buluşan Muhsin Ertuğrul yapımı Halıcı Kız’dır.

Sık sık tekrarlanan ama yanlış olan bir iddia da 1939’daki Oz Büyücüsü’nün ilk tam renkli film olduğuna dair söylemlerdir. Bu yanılgı muhtemelen, filmin ilk sahnesi siyah beyaz olarak gösterildikten sonra parlak ve renkli sahneler bulunmasından kaynaklanıyor. Ancak, renkli filmler Oz Büyücüsü’nden 35 yıl önce de çekiliyordu!

Dünyadaki İlk Renkli Filmler

İlk renkli film için çalışmalar, sinema filmleri ortaya çıktıktan çok kısa bir süre sonra başlatıldı. Ancak o an için oldukça zor ve pahalıydı.

Sessiz filmlerin ilk dönemlerinde bile, hareketli görüntülerde renk kullanıldı. En yaygın ve uğraş gerektiren süreç ise sahneleri renklendirmek için boyayı kullanmaktı (örneğin, geceleri dışarıda geçen sahnelerin, geceyi simüle etmek ve bu sahneleri içeride olanlardan görsel olarak ayırt etmek için koyu mor veya mavi bir renge boyamasını sağlamaktı). Tabii ki bu sadece bir örnek.

Vie et Passion du Christ (Mesih’in Yaşamı ve Tutkusu, 1903) ve Ay’a Bir Yolculuk (1902) gibi filmlerde kullanılan bir başka teknik ise filmin her karesinin elle işlendiği bir yöntemdi. Bir filmin her karesini elle renklendirilmesi (boyanması) oldukça zahmetli, pahalı ve zaman alıcıydı. Takip eden birkaç on yıl içinde, filmlerin renk şablonlarını iyileştiren ve süreci hızlandıran bazı gelişmeler kaydedildi, ancak gereken zaman ve masraf, bunun çok az filmde kullanılabilmesine neden oluyordu.

Renkli filmdeki en önemli gelişmelerden biri, 1906’da İngiliz George Albert Smith tarafından ortaya çıkarılan Kinemacolor’du yöntemiydi. Kinemacolor, filmde kullanılan gerçek renkleri simüle etmek için filmi kırmızı ve yeşil filtrelerden yansıtıyordu. Bu ileriye dönük bir adım olsa da, iki renkli film süreci tüm renkleri tam olarak temsil edemedi ve renkleri ya çok parlak, soluk veya tamamen eksik görünecek şekilde bıraktı. Kinemacolor yöntemini kullanan ilk sinema filmi, Smith’in 1908 tarihli gezi günlüğü “Deniz Kenarına Bir Ziyaret” idi. Kinemacolor, en çok Birleşik Krallık’ta popülerdi, ancak gerekli ekipmanı karşılamak ve kurmak birçok kurum için oldukça maliyetliydi.

Renkli Filmlere Giden Tarihsel Süreç ve Yöntemler

Technicolor (Teknikolor)

Bahsettiğimiz gelişmelerden kısa bir süre sonra ABD şirketi Technicolor, ABD’nin ilk renkli filmi olan 1917 yapımı “The Gulf Between” filmini çekmek için kullanılan iki renkli bir yöntem geliştirdi. Bu süreç, biri kırmızı filtre diğeri yeşil filtre olmak üzere iki projektörden filmin yansıtılmasını gerektiriyordu. Keşfettikleri prizma, projeksiyonları tek bir ekranda birleştirdi. Diğer renk süreçleri gibi bu ilk Technicolor, ihtiyaç duyduğu özel çekim teknikleri ve projeksiyon ekipmanı nedeniyle maliyeti azaltıyordu. Sonuç olarak, “The Gulf Between”, Technicolor’un orijinal iki renkli yöntemi kullanılarak üretilen ilk ve tek renkli filmdi.

Aynı zamanda, oymacı Max Handschiegl de dahil olmak üzere Famous Players-Lasky Studios’taki (daha sonra adı Paramount Pictures olarak değiştirildi) teknisyenler, boya kullanarak filmleri renklendirmek için yeni bir yöntem geliştirdi. Ancak bu yöntem pek de kalıcı olmayacaktı.

1920’lerin başlarına gelindiğinde Technicolor, rengin filme basılmasını sağlayan bir renklendirme yöntemi geliştirdi. Bu, uygun boyuttaki herhangi bir film projektöründe sergilenebileceği anlamına geliyordu.

. Technicolor’un gelişmiş bir yöntemi olarak kabule edilen teknik, ilk olarak 1922 yapımı The Toll of the Sea’de kullanıldı. Bununla birlikte, bu yöntemle film üretmek yine çok pahalıydı ve siyah beyaz film çekmekten çok daha fazla ışık gerektiriyordu, bu yüzden Technicolor kullanan birçok film, bunu yalnızca siyah beyaz filmlerdeki bazı kısa sekanslar için kullandı. Örneğin, Lon Chaney’nin başrolünü üstlendiği Operadaki Hayalet’in 1925’de çıkan versiyonunda renkli birkaç kısa sekans yer aldı. Ayrıca sürecin yaygın olarak kullanılmasını engelleyen bazı teknik sorunlar da vardı.

Üç Renkli Technicolor

Technicolor ve diğer şirketler 1920’ler boyunca renkli sinema filmlerini denemeye ve iyileştirmeye devam etseler de siyah beyaz filmler standart olarak kaldı. 1932’de Technicolor, filmlerde o ana kadarki en canlı ve parlak rengi gösteren boya transfer tekniklerini kullanan üç renkli bir filmi piyasaya sürdü. Bu, Walt Disney’in üç renkli tekniği için Technicolor ile yaptığı sözleşmenin bir parçası olan kısa animasyon filmi “Çiçekler ve Ağaçlar” ile giriş yaptı.

Elbette sonuçlar mükemmel olsa da, yöntemler hala pahalıydı ve çekim için çok daha büyük bir kamera gerektiriyordu. Ayrıca Technicolor bu kameraları satmadı ve stüdyoların bunları kiralamasını istedi. Bu nedenle Hollywood, 1930’ların sonları, 1940’lar ve 1950’ler boyunca daha prestijli özellikleri için renklendirme yöntemlerini garantiye alabilmişti. 1950’lerde hem Technicolor hem de Eastman Kodak tarafından yapılan çalışmalar, renkli film çekmeyi çok daha kolay hale getirdi ve sonuç olarak renkli filmler çok daha ucuza geldi.

Renkli Filmlerin Standart Hale Gelmesi

Eastman Kodak’ın kendi renkli film yöntemi olan Eastmancolor, Technicolor’un popülaritesiyle rekabet etti ve ayrıca yeni geniş ekran CinemaScope formatıyla uyumluydu. Hem geniş ekran sinema filmleri hem de renkli filmler, endüstrinin küçük ve siyah beyaz televizyonlarının artan popülaritesine karşı rekabet etmenin bir yoluydu. 1950’lerin sonlarına gelindiğinde, çoğu Hollywood yapımı renkli çekiliyordu. Öyle ki 1960’ların ortalarına gelindiğinde devam eden siyah beyaz yayınlar ise tamamen sanatsal bir seçimdi. Bu durum, çoğunlukla bağımsız film yapımcılarının ürettiği yeni siyah beyaz filmlerle sonraki yıllarda da devam etti.

Günümüzde dijital formatlarda yapılan çekimler, renkli film çalışmalarını neredeyse tamamen geçersiz kılıyor. Yine de izleyiciler, siyah beyaz filmleri klasik Hollywood sinemasında hikaye anlatımıyla ilişkilendirmeye devam edecek ve aynı zamanda ilk renkli filmlerin parlak, canlı renklerine hayran kalacaklar.

Kaynak: Haber merkezi