19. yüzyılın sonlarından itibaren Bağdat ve Musul bölgesi Türk – İngiliz ilişkilerindeki en önemli meselelerin başında gelmiştir. Abbasilerin yıkılışına kadar Arapların yaşadığı bu bölge Büyük Selçuklu Devleti kuruluşu ile Türk yurdu olmuş, 1. Dünya Savaşı ile İngiltere´nin işgaline uğramış ve 1926 yılında bir oldu bitti ile İngilizler tarafından işgal edilmiştir. Bu nasıl olmuştu?

Önce tarihe kısaca bakalım:
"Sultan II. Abdülhamit tahta çıktıktan sonra Hazine-i Hassa mülkleri ile ilgili bazı yeni bir düzenlemeler yaparak 6 Şubat 1889´da çıkardığı iradeyle Musul vilayetindeki petrol ayrıcalığını kendi özel mülkiyetine katmıştır. Böylece, padişah ister kendi işletsin ister üçüncü şahıslara işletme hakkı versin; Musul petrollerinden elde edilecek gelir Hazine-i Hassaya yani padişaha ait olacaktı.
II. Abdülhamit 19 Eylül 1898´de çıkardığı ikinci iradeyle Bağdat vilayetindeki petrol ayrıcalığını da kendi özel mülkiyetine katmıştır. 1898 tarihli irade ile hem 1889 tarihli irade teyit edilmiş hem de Bağdat Vilayeti´ndeki petrol ayrıcalığı padişahın özel mülkiyeti hâline getirilmiştir.
Sultan´ın attığı bu bilinçli adımlardan gerek Türk mühendisler gerekse yurt dışından getirilen uzmanlar tarafından bölgede araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalara göre; Tuzhurmato´da Palkana petrol kuyuları, Eski Kale kaynakları, Bin İncir-Kanber Ali-Kiralan ve Seyidin kaynakları adı altında dört ayrı yerde toplu hâlde bulunan Kil petrol kaynakları; Kerkük´te Baba Gurgur kaynağı, Karadağ kaynağı, Gur petrol yatağı, Tel-Kayyare petrol ve zift kaynakları, Tavuk ve Nemrut petrol yatakları ve Bağdat´ta Hit kaynakları ve Mendeli petrol yatağı tespit edilmiştir. Öte yandan Mezopotamya-özel olarak Musul- petrolünün işletme hakkını elde edebilmek için İngiliz William Knox D´Arcy grubu ile Alman Deutsche Bank ve Stuttgart Bank tarafından kurulan Anadolu Osmanlı Demiryolu Kumpanyası/Şirketi arasında şiddetli bir rekabet yaşanmıştır. Bu arada artan Alman nüfuzu, Bağdat Demiryolu´nun inşasında ve bölge petrolünü ele geçirme rekabetinde ilk sırada yerini alacaktır. Anadolu Osmanlı Demiryolu Kumpanyası/Şirketi 27 Kasım 1899´da diğer şirketleri geride bırakarak Anadolu´daki demiryollarını Konya´dan Bağdat´a dek uzatma ayrıcalığını elde etmiştir.
Sultan II. Abdülhamit 18 Mart 1902´de Bağdat Demiryolu yapım hakkını Almanların “Anadolu Demiryolları Kumpanyası”na vermiştir. Bunu takip eden zamanda, II. Abdülhamit 18 Kasım 1902´de bir irade daha çıkarmıştır. Bu irade, Musul Vilayeti petrol hakları ile ilgili eski fermandaki hakları yenilemiştir.
Peki, II. Abdülhamit neden buna gerek duymuştur? Bunun nedenlerinden biri, bölgedeki aşiretlerin süregelen saldırılarına karşı buraların sultanın mülkü olduğunu hatırlatmak için olabilir. Çünkü Tuzhurmatu, Davude, Beyat ve Kil madenleri, Telabani ve Kayyare petrol kuyuları Şammar Aşireti´nin tasallutu altındaydılar.
Bir diğer neden ise Anadolu Demiryolları Kumpanyası, Bağdat Demiryolu yapım hakkı ile beraber yapılacak demiryolunun iki tarafında yirmişer kilometrelik alan içerisinde bulunan madenleri işletebilecekti. Musul´dan geçmesi öngörülen demiryolu hattında zengin petrol yatakları vardı ve buradaki petrolün sultanın mülkiyetinde olduğu hatırlatılmak istenmiş olabilir.[36]
5 Mart 1903´te Deutsche Bank´ın yaptığı mali ve idari hazırlıklardan sonra Osmanlı Devleti ile Almanların “Anadolu Demiryolları Kumpanyası” arasında 5 Mart 1903´te Bağdat Demiryolu Antlaşması yapılmıştır. Bu anlaşmanın petrol kaynakları ile ilgili maddesinde, demiryolunun geçeceği devlete ait olan toprakların mülkiyeti imtiyaz sahiplerine bedelsiz devredilecekti. Bu madde de Sultan II. Abdülhamit´in Musul petrollerini korumak için 3. iradeyi çıkarmış olduğunu göstermektedir.
Mezopotamya petrollerini işletmek üzere, II. Abdülhamit Japon hükümetinden petrol uzmanı istemiştir. Ancak Japonya Şubat 1904´te Rusya ile savaşa girdiğinden Sultan´ın bu talebi sonuçsuz kalmıştır. Keza II. Abdülhamit´in sırdaşı Arap İzzet Paşa´nın Amerikalı şirketler ve Deutch Bank yetkilileri ile görüşmesi bu konudaki çözüm arayışlarına yönelik girişimlerdendir.
1908´de İttihat ve Terakki Partisinin iktidara gelmesinden itibaren Hazine-i Hassa tasarrufunda bulunan petrol arama izni de dahil olmak üzere bütün mülkler ve haklar Hazine-i Hassadan alınıp Devlet Hazinesine devredilmiştir. Musul ve Bağdat vilayetleri içindeki petrol hakları da buna dâhil edilmiştir." (Yrd. Doç. Dr. Nevin YAZICI. Devlet dergisi, II. Abdülhamit dönemi Kerkük ve Musul petrolleri, 10 aralık 2015)

İNGİLİZ SİCİMİ

Bir işi uzmanına, erbabına yaptırmak anlamında kullanılan "İngiliz sicimi ile asılmak" diye bir deyim vardır. Ortalıkta hiç görünmeyen ama her yerde var ve etkin olan İngiliz politikası asla yaş tahtaya basmaz. Nitekim Lozan Antlaşması sırasında konu Musul-Kerkük meseline geldiğinde, İngiltere hiç bir çözüm şekline yanaşmadı. Hatta görüşmelere ara verildi. İkinci kez başlayan oturumlardan da bir sonuç çıkmadı ve bu meselenin Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak görüşmelerle çözümlenmesine karar verilerek Lozan Anlaşması dışında bırakıldı.
Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul´un durumuyla ilgili görüşmeler, 19 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul´da başladı. Ne var ki İngiltere, görüşmelerde bir sonuç alınmasını sağlamak için iyi niyetli değildi. Bir yandan konunun Milletler Cemiyeti´ne gitmesini sağlamak amacıyla hukukî prosedürü tamamlamaya çalışıyordu. Bu nedenle görüşmeler anlaşmazlıkla sonuçlandı.

Görüşmelerin seyrini yakından izleyen Atatürk, İngiltere´nin Musul konusundaki niyetini bildiği için silah kullanarak işi çözümlemeye karar verdi ve zaten Misakımilli sınırları içinde kalan Musul-Kerkük´ü almak amacıyla askeri hazırlıklara başladı. Buraları elinden çıkartmak niyetinde olmayan İngiltere, Türkiye´nin bu askeri girişiminin önüne kesmek maksadıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde organize ve teşvik ettiği kışkırtma hareketleriyle Türkiye´yi meşgul etmiştir. Bunun sonucu olarak 11 Şubat 1925´te Şeyh Sait ve tarikatına bağlı bulunan adamlarını kullanarak başlattığı isyan hızlıca Elazığ ve Diyarbakır yörelerine yayılmıştır. Zaten büyük bir savaştan yeni çıkmış Türk Ordusu var olan tüm gücünü ve enerjisini bu isyanı bastırmaya harcamışken İngiltere aradığı fırsatı yakalamış ve Musul-Kerkük´ü işgal etmiştir.
Diğer taraftan çok iyi bildiği ve maharetle uyguladığı uluslararası platformda da sorunu kendi lehine çevirmek gayesiyle Milletler Cemiyeti´ne taşıdı. Cemiyet, Musul sorunu görüşülürken Türk –İngiliz kuvvetleri arasında ufak çapta sınır çatışmaları meydana geldi. Ne var ki Türkiye, içerideki isyanlarla uğraştığından dışarıya gerekli kuvveti sevk edemedi.
Milletler Cemiyetinin konuyu incelemek üzere bölgeye gönderdiği
Tahkik Komisyonu´nun Eylül 1925´te Cemiyet´e sunduğu
raporunda Musul´un Irak´ta kalması yönünde görüş beyan etti. Doğal olarak bu öneri Türk temsilcileri ve halkı tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Türk tarafının itirazlarına rağmen Milletler Cemiyeti, komisyon raporuna 16 Aralık 1925 tarihli toplantısında Irak´a bırakma kararı aldı.
Türkiye, Misakımillî sınırları içinde olmasına rağmen bu karara uymak zorunda kaldı. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi iç isyanlarla başı dertte idi. 5 Haziran 1926´da yapılan Ankara Antlaşması´yla Musul´u Irak´a bırakıldı. Türkiye´nin Musul´dan vazgeçmesinin karşılığı olarak bölgedeki petrol gelirinin % 10´u 25 yıl süreyle Türkiye´ye verildi. Ancak Türkiye 500.000 İngiliz sterlini karşılığı bu hakkından vazgeçti.
Böylece Türkiye – Irak sınırı İngilizlerin istediği ve Milletler Cemiyetinin kararlaştırdığı şekilde çizilerek görünürde Musul sorunu çözümlendi. Ancak Türkiye – İngiltere ilişkileri 1929´a kadar soğukluğunu korudu.

MUSUL´UN ÖNEMİ

Zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu anlaşılan Musul, 19. yüzyıl sonlarından itibaren Batılı devletlerin ilgisini çekmeye başladı. Özellikle İngiltere, I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletlerinin diğer üyelerini Musul´un kendisine verilmesi konusunda ikna etti. Osmanlı Devleti´nin yenilgisiyle sonuçlanan savaştan sonra Mondros Mütarekesi´nin imzalandığı tarihte, Türk birliklerinin kontrolünde olan bölge, ateşkesin 7. maddesine dayanılarak 15 Kasım 1918´de İngilizler tarafından işgal edilmiş ve Millî Mücadele sırasında ise düşman işgalinden kurtarılamadı. Misakımillî´ye göre 30 Ekim 1918´de fiilî işgal altında bulunmadığından Musul, Türk sınırları içerisindeydi.
İstanbul´daki görüşmelerde İngiltere´nin Irak lehine Hakkâri üzerinde de hak iddia etmesi nedeniyle bir sonuç alınamamıştı.

TARİH NE İŞE YARAR?

Ünlü şairimiz Mehmet Akif ERSOY der ki:
"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"

Bir düşünür “Tarih geçmişi değil, geleceği okumamıza yardımcı olursa bir işe yarar.” demiştir. Elhak doğru bir söz. Keza “Tarih, daima yazanlar tarafından yazılır.” (Dan Brown) Ya da “Tabiatın adil terazisinde fertler, milletler ve ırklar ancak hak kazandıkları kadarını elde edebilirler, fazlasını değil.” (Samuel Smiles) Veyahut da “Mağluplar genellikle tozların içinde daha çabuk kimin sürüneceği konusunda birbirleriyle anlaşamazlar ve bu durum fatihlerin işlerini büyük ölçüde kolaylaştırır. Güçlü olan , eğer yeteri kadar akıllıysa, sesini bile yükseltmeden hizmetindeki zayıfların birbirlerini parçalamalarını sağlar. Bunu sakın unutma!” (Thomas R.P. Mielke. Tanrının Kırbacı Attila, Yurt Yy. Ankara,2000, c:1 s:96)

Şu da mümkün: “Çok az kişi tarihi yönlendirecek büyüklüğü kendi içinde barındırır. Ama her birimiz olayların küçük bir parçasını değiştirmek için çalıştığımızda, bütün bu hareketlerin tamamı bu neslin tarihini yazacaktır.” (Robert F. Kennedy)

ÖZSÖZ: “Tarih geçmişi değil, geleceği okumamıza yardımcı olursa bir işe yarar.”
(Fransız düşünür Jean-Baptiste Saya)