Türkiye’yi:Yönetilenler mi, yoksa yönettiğini zannedenler mi yönetiyor?

 

Türkiye’yi:Yönetilenler mi, yoksa yönettiğini zannedenler mi yönetiyor?
“Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar” gibi dolambaçlı bir soru oldu galiba bu…
Dilerseniz birazcık açıklık getirelim:
“Camilerin kışla, kubbelerin miğfer, minarelerin süngü” yapılacağını ilan eden bir “Yürekliyi”, Amerika keşfettiğinde: Türkiye Cumhuriyeti denilen ülkede; koalisyon hükümeti iş başında olup, Amerika’nın Irak devletine askeri müdahale isteğine; “Orası komşu ve Müslüman bir ülke, silahlı girişim doğru olmaz” diyerek karşı çıkıyordu.
Ne yapsın Amerika, ne etsin yavru Bush?
Koalisyonun başı, inatçı biri; “Nal der de mıh demez.” Örneğini, bir zamanlar Kıbrıs Barış Hareketinde cümle aleme gösterdi; kimseyi dinlemedi, hatta 6. Filo tehdidini bile ciddiye almayıp “Ayşe’yi tatile gönderiverdi”…
Ve,
Bu gün Kıbrıslı Türkler, can korkusu olmadan özgürce yaşamlarına devam ediyor…
Ve
O inatçı: Şair Atilla İlhan’ın “Verilen sözü,
Kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi taşırız.
O söz ki:Bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.” dizelerine nazire yaparcasına devlet adamlığında sözün hüküm olduğunu kanıtlıyordu; hem de her türlü bedele rağmen…   
Amerika çözümü: Demokratik kurallar içinde! Koalisyon hükümetini dağıtmakta ve erken seçime zorlamakta buldu. “B” planı yani…          
 “B” Planı tuttu; Koalisyonun Birinci partisi parçalandı, İkincisi de 3 Kasım 2002 seçim tarihidir diye dayatınca, Üçüncüsüne söyleyecek söz kalmadı…
Ve
Bir “Yürekli” sürüldü sahneye…
Değişerek, gelişerek, “Milli Görüş” gömleğini çıkarıp atarak, dününe sünger çekip, göğsüne muhafazakar-demokrat rozetini takarak!…
Bir hışmıyla geldi ki: Peh, peh, peh!
365 Milletvekili ordusuyla Meclise 1. Parti olarak girerken, seçim kazanmış bir genel başkan olarak soluğu İngiltere, oradan da Amerika da alıverdi…
Kıpkırmızı bir halı üzerinde süzülen bir sülün edasıyla, kayarak; Beyaz Saray’ın kapısında kollarını açmış, adeta hasretkar bir ana gibi bekleyen Başkan Bush ile kucaklaştığında, kendileri ne milletvekili ne de başbakandı… 
Neler konuşuldu, hangi vaatlerin karşılığında hangi sözler verildi bilinmez, ama ilk deneme olumsuz başladı; 3 Mart teskeresi meclisten çıkamadı…
Yüze yakın Milli Görüşçü, anti Amerikancı vekillerin katkısıyla, verilen söz yerine gelmedi…
Amerika çok kızdı tabii… Yürekli de öyle…
A planları yattı, onca intikal için harcanan para ve emek boşuna gitmişti…
Her türlü olasılığa karşı hazırlıklı olan Amerika; Irak’ın Güneyinden, Basra’dan girdi ve Bağdat’ı işgal ettikten sonra, oradan Süleymaniye ye varıp, görevli On Bir Subayımızın başına çuval geçirerek elleri kelepçeli olarak alıp götürdü…
 “İntikam alıyoruz” demediler ama….   
Tarih boyunca Türk Ulusu böylesi bir onursuzluğu hiç, ama hiç yaşamamıştı…
Yaşattılar. Soluğumuz duyulmadı, gıgımız bile çıkmadı; korkudan…
Milletçe kahrolduk…
Sayın “Yürekli” de kahroldu bilakis; Bush’a verdiği sözü yerine getiremediği için!…
Özür babında adamlar salınmış Washıngton’a; “Aman! Biz ettik siz etmeyin, süpürmeyin O’nu kubura, yararlanın On’dan.” diye, yalvar yakar söylemler okuduk gazetelerden…
Bir daha kahrolmamak için inanmadık bu gazetelere, bu haberlere. Daha doğrusu inanmak istemedik böylesi onur kırıcı bir girişime…
Sonuçta her hal buzlar erimiş, kızgınlıklar soğumaya başlamış olmalı ki:
Şimdilerde:
Allah nazardan saklasın “can ciğer kuzu sarmasıyız” bu alemde!
Ülke içinde hamimiz olan “Yüreklinin” sözüne söz katacak hiçbir güç yok. İki dudağı arasından çıkanlar kanun oluveriyor. Özellikle ülke dışındaki güçleri ilgilendirmeyen konularda bu hep böyle…
Lakin:
Dışa yönelik söylemlerimiz Amerika’nın görüşüyle örtüşmüyorsa; “Yandı gülüm keten helvası” örneği, hemen çark ediveriyor bizim “Yüreklimiz”…
Dostluğa olan saygıdan mı, yoksa korkudan mı bilinmez…
Eee! Amerika bu; ya ayağımızın altına karpuz kabuğu koyarsa, buna “Yürek” dayanır mı?
Kay babam kay… Maazallah!  
Bundan dolayıdır ki:
Libya’yı NATO güçleri bombalarken: Yüreğimiz, “NATO güçlerinin Libya da ne işi var?” diye karşı çıkınca; hepimiz alkışlamıştık.
Amerika Öhö! Deyince de, tüm imkanlarımızı NATO emrine veriverdik…
Libya çöksün, Kaddafi öldürülsün diye…
Oysa: Kara günümüzde yanımızda olan, tüm olanaklarını bizim emrimize seferber eden tek İslam Ülkesi Libya ve O’nun Başkanı Kaddafi idi…
Ahtı vefanın böylesi de…
Rasmussen, yani; Anders Fogh Rasmussen: Danimarka nın eski Başbakanı.
NATO’nun Genel Sekterliğine atanırken, dünyayı yerin-den oynattık: “Bizim kırmızı çizgimizdir, bu kişinin sekreterliğe atanmasını veto ederiz.” diye…
Tabii Yüreklimiz yaptı bu işi; bağırıp çağırdı, esti gürledi. Dahilde bizlere yani…
Ama: Okyanus ötesinden bir ses:
Şişşt! deyince: Hemen birkaç adım geri çekilip kendimize çeki düzen vererek; “Emrin olur ağam.” dedik; daha doğrusu, ülkemizin en Yüreklisi öyle dedi…
Güncel konu: Suriye açmazı ortada, komşularımızla Sıfır sorun havada! Artık yorumunu sizlere bırakıyorum.
Şimdi, tekrar soralım: Yönetiliyor muyuz, yoksa yönettiğimizi mi zannediyoruz?