Kapitalizmin sermaye birikimine, kar artışına, üretimde hızlanmaya yol açtığı doğrudur. Fakat aynı sürece ahlak ve kültür eşlik etmediğinde meydana gelecek yıkımın neler olacağı konusunda her zaman bir suskunluk söz konusudur.
Thorstein Veblen Aylak Sınıfın Teorisi Kurumların İktisadi İncelenmesi adlı kitabını 1899 yazdığında Amerikan kapitalizmin en iyi eleştirmenlerin birisi olarak tanındı. Kısaca kurumlar ve kurumsal kültür olmadığında tek başına servetin de sermayenin de gösterişçi tüketime, ilkelleri bile geride bırakacak davranışlara yol açacağı konusunda uyarmıştı. İnsanın sadece zevk ve zahmet hesabı yapan bir yaratık olarak tanımlayan klasik iktisat teorisinin büyük bir yanlışlık ve yanılgı içinde olduğunu ifade etmişti.
Veblen’in teorisi, toplumdaki belirli bir sınıfın, özellikle ekonomik gücü elinde bulunduran üst sınıfların, tüketim ve yaşam tarzı davranışlarını analiz eder. Veblen, bu sınıfın üyelerinin gereksiz tüketimi ve lüks içinde yaşamayı, sosyal prestij kazanmanın bir yolu olarak gördüğünü öne sürer. Bu bağlamda, Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Abdülkadir Özcan’ın Dubai’den İstanbul’a seyahat ederken uçakta olay çıkarması, Veblen’in Aylak Sınıf teorisi çerçevesinde çeşitli açılardan değerlendirilebilir. Veblen’e göre, üst sınıf üyeleri, toplumsal statülerini sergilemek için genellikle gösterişli tüketim biçimlerine başvururlar. Uçakta yaşanan olay, Özcan’ın bu tür bir sosyal statü gösterisi ya da buna karşı duyduğu hassasiyetle ilişkilidir. Uçak gibi bir ulaşım aracında ayrıcalıklı bir yerde yolculuk etmek, özellikle ekonomik ya da toplumsal açıdan önemli bir kişi olarak tanınma ve farklı muamele görme beklentisi, zaman zaman stresli ya da kontrolsüz davranışlara yol açar. Özcan’ın uçaktaki davranışları, toplumdaki yerini sağlamlaştırmak ve sosyal statüsünü korumak için kendisini farklı bir konumda görmek veya bu konumu başkalarına hissettirmek arzusuyla açıklanabilir. Uçak gibi kapalı bir alanda bu tür davranışların ortaya çıkması, kişinin içinde bulunduğu sosyal çevre ve toplum tarafından kendisinden beklenen tavırlara dair baskıların bir yansımasıdır.
Aylak sınıfın üyelerinin davranışlarının bazen abartılı, duygusal ya da tepkisel olmasının arkasında, Veblen’in de vurguladığı gibi, tüketim odaklı bir yaşam tarzının getirdiği duygusal yoğunluklar yatar. Özcan’ın uçakta yaşanan olayı, bir tür “hak etme” duygusunun ya da statüye karşı duyulan tehdit algısının dışa vurumu olabilir. Böyle durumlar, genellikle duygusal patlamalarla kendini gösterebilir ve sosyal kontrolün kaybolmasına neden olur. Çünkü bu sınıf, iş yapma ve üretme gibi daha "değerli" aktivitelerden uzak durarak, daha çok statü kazandırıcı aktivitelerle meşgul olur. Özcan’ın uçakta çıkardığı olay, belki de bu huzursuzluğun bir yansımasıydı. Özellikle üst sınıf mensubu birinin kamuoyunda olumsuz bir şekilde dikkat çekmesi, bu kişilerin toplumsal statülerine yönelik tehdit algılarına yol açabilir. Veblen, böyle bir durumun, sınıfın üyelerinde gerilim yaratabileceğini ve buna bağlı olarak toplumsal düzende çıkacak çatışmaların olabileceğini savunur. Yine Veblen’e göre, üst sınıfın lüks tüketimi yalnızca maddi bir gösteriş değil, aynı zamanda toplumsal iktidarın bir göstergesidir. Özcan’ın uçakta yaşanan olayında, özellikle bir iş dünyası temsilcisi olarak uçakta kendisini farklı bir konumda hissetmesi, bu gücünü ve statüsünü vurgulamak istemesiyle açıklanabilir. İktidar, çoğu zaman kontrolden çıkan tepkilere yol açabilen bir güç dinamiğidir ve bu tür olaylar toplumda “güçlü” olanın aslında daha zayıf yönlerini ortaya koyar. Olaydan çıkarılabilecek derslerden biri, insanların toplumsal görünürlükleri üzerinden kendilerini tanımlamalarının, bazen aşırı ve tepkisel davranışlara yol açabileceğidir. Bu, insanların toplumsal beklentilere göre hareket ettiklerinde, duygusal patlamaların ve kontrolsüz davranışların ortaya çıkabileceğini gösterir. Toplumsal statü ve görünürlük arayışı, bireyleri duygusal olarak daha savunmasız hale getirir. Bu durum, bireylerin toplumsal baskılara ve kendi içsel beklentilerine göre aşırı reaksiyonlar vermelerine yol açar.
İktidar ve kontrol beklentisi, güçlü pozisyonlarda bulunan bireylerde, toplumsal hiyerarşiye meydan okuyan durumlar karşısında, aşırı tepkiler verilmesine yol açabilir. Bu tür tepkiler, bireyin içsel güvensizliklerinden ya da başkalarının ona karşı duyduğu saygıyı kaybetme korkusundan kaynaklanabilir. Üst sınıf mensuplarının yaşam tarzları, bazen içsel huzursuzluğa yol açabilir. Huzursuzluk, dışarıdan gelen tehditler ya da kontrol kaybı gibi durumlarla birleştiğinde, bireylerin sosyal etkileşimlerde daha patolojik davranışlar sergilemesine neden olur. Toplumdaki beklentiler ve normlara duyarlı olmak, bireylerin davranışlarını şekillendirir. Bu nedenle, toplumsal normlarla çatışan durumlar, bireylerde tepkisel ve kontrolsüz davranışlara yol açar. Toplumsal uyum ve beklentiler, bireysel davranışları anlamada anahtar faktörlerdir. Lüks ve aşırı tüketim kültürü, toplumsal sınıflar arasında büyük bir gerilim yaratır. Bu gerilim, bireylerin davranışlarını etkiler ve toplumsal düzeyde huzursuzluklara yol açar. Toplumun farklı sınıflar arasında daha fazla empati ve anlayış geliştirmesi, bu tür çatışmaların önüne geçilmesinde önemlidir.
Abdülkadir Özcan’ın uçakta yaşadığı olay, toplumsal statü, güç dinamikleri ve lüksle ilişkili davranışların bir dışavurumu olarak yorumlanabilir. Daha doğrudan ifade ve tespitler maddi duruma eşlik etmeyen kültür düzeyinin getirdiği yıkıcı davranışlar. Özcan’ın davranışları, Veblen’in teorisiyle uyumlu bir şekilde, ekonomik ve sosyal gücünü kanıtlama çabası ya da bu gücün tehdit altında hissedilmesi sonucu gelişmiş olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda, olay sadece bir bireysel tepki değil, aynı zamanda daha geniş bir toplumsal yapının dinamiklerine işaret eden bir örnek olarak değerlendirilebilir. Abdülkadir Özcan’ın uçaktaki davranışından çıkarılacak dersler, bireysel davranışların toplumsal sınıf yapılarıyla nasıl iç içe geçtiğini ve bu sınıfın üyelerinin, toplumsal beklentiler ve güç ilişkileri doğrultusunda nasıl tepki verebileceğini ortaya koymaktadır. Bu tür olaylar, sadece bireysel bir problem değil, toplumsal düzeydeki daha geniş yapısal sorunların bir yansımasıdır. Zira Özcan’ın sarhoşluğun verdiği etkiyle bilinçaltından saklı “Ben Türkiye’yi satın alırım” cümlesi sadece Özcan’ın cümlesi değildir. Türkiye’de sermayeye ve servete eşlik etmeyen kültürel düzeysizliğin ve nezaketsizliğin bir dışavurumudur. Türkiye’de kültürsüz zenginlerin hemen hepsinin bilinçaltında bu cümle her gün tekrarlanmaktadır. Bu Türkiye’nin geleceği için büyük bir tehdittir. Türkiye’yi satın almak, bir ülkenin ve ülkeyi oluşturan milletin, tarihin, satın alınabilir bir meta olarak görmektir. Hâlbuki Türkiye birilerinden satın alınarak kurulmadı. Kimseye de satılamaz. Satın alacağı parayı kendisinin kazanması, kimseyi bir ülkeyi ve milleti satın alma cüretsizliğine sevk edemez. Çünkü başka ülkeleri bilmeyiz ama Türkiye’nin satılık olmadığını bilmenin, bu topraklara ait olmanın ilk şartı olduğunu iyi biliriz.