Din ilkeleriyle demokrasinin temel kavramları örtü-şür mü? Nasıl örtüşsün ki? Birincisinde: Allah’ın koyduğu kurallar olmazsa olmazdır… İkincisinde ise: Kulların yani insanların bir araya gelerek, tartışıp anlaşarak oluşturdukları kurallardır…

Hep biliriz ki: Allah’ın koyduğu kurallar asla değişmez, değiştirilemez ve hatta tartışılamaz da… Her ne kadar: Semavi dinlerin iniş çağları itibariyle, (Yaratıcının tekliğini, peygamberlerin varlığını, kitap ve meleklerin tartışılmazlığını yadsımadan),birbirinden farklı değişik, buyruklar Adem Oğullarına rehberlik yapmışsa da… Çok düşünmeye değer ki: Bu Üç Dinin emirlerini veren, kurallarını koyan da aynı Allah’tır…

Her ne hikmetse: Her Üç Dinin taraftarları, inandıkları dinin ötekilerden daha muteber, daha üstün olduğunu savunur ve hatta bu uğurda savaş yapar, yapmıştır ve yapmaya da devam etmektedir… Kainatı yoktan var eden, yaşamakta olduğumuz yer kürenin her türlü oluşumunu yöneten, özü ve özelliği bilinmeyen, kudret ve gücünün karşısında asla durulamayan tek yetkenin yön verdiği; gerek sosyal, ge-rek ruhsal ve gerekse fiziksel oluşumun kökü inanca dayanmaktadır… İnanacaksın! Tüm dinlerin birleştikleri, değişmeyen özellikleri burasıdır. İnanmak… Demokrasilerde öyle mi? Değil tabii… Ruhsal anlamda inanç, kişi bazında bir tercih nedenidir. Yani kişi inancında özgürdür; kimsenin dayatması düşünülemez. Ancak; sosyal yaşam içerisinde toplumun koymuş olduğu kural ve prensipler geçerli olmaktadır, dini kurallar değil…

Temeli demokrasiye dayalı, insan hak ve özgürlüklerini içeren uygulamalar: Gelişen teknolojik olanakların ışığında sürekli değişebilmektedir… Başka bir anlatımla: Demokrasiler insan odaklıdır. Kişi inancında özgürdür, ona kimse müdahale edemez; bunun dışında sosyal ve hukuksal yaşamın disiplinini, insanlar kendi koydukları kurallarla sağlarlar. Değişen koşullara göre de ara, ara bunları yenileyebilmektedirler… Hal böyle olunca da: Demokrasilerde inanç baskısı kabul edilemez; birey dilediği dini dilediği gibi yaşar, toplum kişiye, ille de; “şu dinin kurallarını yaşayacaksın!” Diye dayatamaz. Bu bapta: İslam Dini, kendisinden önceki dinlere göre daha liberal bir yaklaşım sergilemektedir. Ruhban dayatmalarını devre dışı bırakıp, Kuran’ın temel öğretisini göz önüne alırsak: Allah’a şirk koşan müşriklerin dışında, kulların dini tercihlerine hoş görüyle baktığı görülecektir…

Örneğin: Kafirun Suresinin tamamı ile Bakara Suresinin 256. Ayeti, konuyu aydınlatacak yeterlikte ilahi emirlerdendir… Başa dönecek olursak: Bu gün yeryüzünde var olan uluslardan; dinleri, ister felsefi, ister semavi olsun; devlet yönetimlerinin temeli dini kurallara dayandırılmışsa, onlar dünyanın en geri kalmış toplumları arasında sayılmaktadır… Neden? Çünkü: En yeni din olan İslam’ın doğuşundan günümüze, neredeyse Bin Dört Yüz Yıl geçmiştir. O devrin, koşulları şöyle bir gözden geçirilirse; günümüzle ölçülemeyecek kadar farklılıkların oluştuğunu görürüz… Demokrasilerde olduğu gibi dinler de insan odaklıdır; İnen İlahi emirler, O çağın insanlarına yol göstericidir. Ancak: Barışa ve hayra yönelik evrensel bildirimlerin dışında, bu günün dünya görüşüne katkısı tartışılır… Bilinen ve inanılan o dur ki: Kainatın tek hükümranı, Yüce Allah’tır...

Yarattığı canlıların içinde en mükemmeli, Adem Oğullarıdır ve Allah’ın Halifesidir. (Bakara 30) Bu böyle olduğu içindir ki; Meleklerin dahi, insana secde etmeleri yaratıcı güç tarafından emredilmiştir… (Bakara 34) Böylesine güvenilir ve böylesine mükemmel yaratılan insanın, kafatası içine yerleştirilen beyin denilen organın işlevi geliştikçe; yeni buluşlar, dünyanın yaşam koşullarını da değiştirmektedir…

Ve hatta: Dünyadan öte, uzayın da birçok gizemi su yüzüne çıkartılmakta, insanlığın emrine sunulmaktadır… Yeryüzündeki bu gelişmeler, doğmaların gücü ve inancın derinliğiyle değil, akılla, aklın hareketiyle başarılmaktadır. Bu akıl da Allah’ın insanoğluna bahşettiği en büyük hazinedir… Bu hazineyi kullanmasını bilenler, her zaman diğerlerinden üstün konumdadırlar…

Bunun içindir ki: Elli küsur İslam inançlı devletler, bu çağın gerisinde bir yaşam sürmekte, batılıların oyuncağı olmaktadırlar. Orta doğuda yaşanan vahşet bundandır… O halde: 21. Yüz Yılın yaşandığı bu bilgi çağında devlet: Dini doğmalara (şeriat) göre değil, aklın ve düşüncenin ürünü olan demokratik kurallarla yönetilmelidir…

İnsanlar, dini tercihlerini özgürce yaşamalıdır; ama bunu devlet yönetimine asla taşımamalıdır… Son bir örnekle konuyu kapatalım: Bakara Suresi’nin 282. Ayetinde;” …..İki kadının şahitliği ancak bir erkeğinki kadardır…..” diye buyrulmuştur…

O dönemin cahil Bedevi Arap kadınları için, bu ilahi emir geçerli olabilir…

Günümüz kadınlarını aynı düzeyde görebilir miyiz? Bu çağda; kadınlarımızı ikinci plana itebilir miyiz? Elbette hayır. Son nokta: Bu çağın devlet yönetim şekli: Halk egemenliğine dayalı, (Çünkü halkı da yaratan Allah tır.)

Laik, Sosyal ve Demokratik bir sistem olmalıdır…