Çözüm süreciyle ilgili, toplumun her kesiminden farklı düşüncelerin olduğunu biliyoruz.

Çözüm süreciyle ilgili, toplumun her kesiminden farklı düşüncelerin olduğunu biliyoruz. Çünkü resmi ideolojinin yıllardır dayattığı bir ulus devlet anlayışının hakim olduğu, üç neslin yetiştiği bir ülkede yaşıyoruz. Bunların da olaya objektif yaklaşması, yıllarca terörist ve potansiyel düşman gözüyle baktığı kesimle devletin anlaşmaya varmasını kabullenmeleri zor olacaktır. Meseleye etnik bir kimlikle değil de insani değerlerle bakmaya çalışmak en doğru bakış açısı olacaktır.

            Hükümetin büyük bir risk alarak bu akan kanı durdurma çabasını takdirle karşılamak gerekmektedir. Elbette terörle mücadele edilmeli, fakat bu mücadelenin “şahin” bir tavırla başarıya ulaşamayacağı da bir gerçektir. Zaten yaklaşık otuz yıldır yürütülen mücadele biçimi  bu olmuştur. Bunun sonunun gelmeyeceği de malumdur, gelen her hükümet, PKK’nın her eyleminde “mutlaka bunun hesabı sorulacak, akan kan yerde kalmayacak” gibi açıklamalar yapsa da, bu açıklamalar teselliden öteye geçememiştir çoğu zaman. Fakat güvenlik güçlerinin terörle mücadeledeki çabalarını, başarılarını görmezden de gelemeyiz. Bu başarılar her türlü övgüye layıktır. Fakat bataklık öyle büyümüştür ki sinekler avlanmakla bitmeyecektir. Bataklığa sebep olan kaynağı kurutmak gerekmektedir. İstatistik rakamlara göre öldürülen terörist sayısı şu an dağda olanların altı katından daha fazla olduğu düşünülürse bu mücadele havanda su dövmekten öteye geçmeyecektir. Demek ki her öldürülenin teröristin yerine yenileri gelecektir. Hükümetin de radikal bir karar alarak yapmak istediği terörün kaynağına inmek olsa gerek.

            Tabi bu yapılanlar bir başlangıçtır ve bu başlangıçta en büyük adım atılmıştır. Bundan sonra neler olacak? Bu süreci bir nakkaş titizliğiyle yürütmek gerekmektedir. Burada en büyük görev hükümete düşse de aslında burada taşın altına herkesin elini koyması gerekmektedir. Esnafından memuruna, sağcısından solcusuna, sivil toplum örgütlerinden siyasi partilere kadar herkesin sürece katkısı olmalıdır. Bu süreci birilerinin üstüne yıkmak, işin kolayına kaçmak,  birilerini hain ilan etmek aslında kendi ayağımıza kurşun sıkmak olacaktır.

            Her ne kadar bazı gerçekleri ifade etmek güç ve cesaret istese de bu cesareti artık her kesimin göstermesi gerekmektedir. Dağa çıkan insanlara değil de bu insanları dağa çıkaran sebeplere bakmak gerekir. Darbe dönemlerinde halkın üzerinden silindir gibi geçilmiş ve bazı gayri meşru örgütlerin temeli bu yolla atılmıştır aslında. Çünkü etki ve tepki sonucu bu örgütlerin çıkması kaçınılmaz bir olgudur. 12 Eylül darbesinde Diyarbakır cezaevinde yaşananları hepimiz hatırlıyoruz. Burada yaşananlar hem Kürt hem Türk toplumunun zihninde hala tazeliğini korumaktadır.

            Ulusalcı kesimin kendi vesayetlerini korumak adına yıllardır mücadele ettikleri  bir gerçektir. Bu sorunu samimi bir biçimde çözmek isteyenleri ihanetle, hainlikle suçlamak aslında bu toplumu sevmek midir? Yoksa toplumu sonu olmayan bir karanlık savaşa sürüklemek midir? Bunun cevabı oldukça açıktır. Bir zamanlar Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza savaştığımız bu insanlar nasıl oldu da devlet için potansiyel bir düşman haline geldi?  Öncelikle bunun cevabını kendimize sormamamız gerekir.

            Rahmetli Özal’ın hayal edip de gerçekleştiremediği de aslında buydu. Barış sürecini başlatmak isteyenler bir şekilde engellendi. Bu engellemeleri kimlerin yaptığı da aslında malum. Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin derin devleti hem de Kandil’in derin devleti bu çabalara bir şekilde ket vurdu. Habur’da yaşanan provokasyon, Oslo görüşmelerinin ayrıntılarının basına sızdırılması, Uludere’de yaşanan olaylar  bu engellemelerin en bariz örnekleridir.  Vesayetçi zihniyet, hükümranlığını koruma adına, gerek askerlerin gerek Kürtlerin öldürülmesine göz yummaktan çekinmeyecektir. Fakat bütün bu engellemelere rağmen süreci sağlıklı götürmek için zemin oldukça müsait, toplumun büyük bir kesimi süreci desteklemektedir. Desteklemeyenler de eğer samimi iseler zamanla bu durumu kabullenecek ya da takdir edeceklerdir. Çünkü savaş her zaman son çaredir. Bu yaşanan barış sürecin hayırlı olmasını diliyorum.

Yazan:                                                                                                          

Uğur HORATA

İnegöl Eğitim-Bir-Sen Yönetim Kurulu Üyesi

Tel:05056805828