Geçen haftaki yazımda İslamiyet içerisinde kesin hüküm olmayan konularda farklı fikirlere karşı saldırıya geçen, iftira eden, bunları dedikodu malzemesi yapan insanlardan bahsetmiştim. Bu insanların sadece kendi inancına değil İslam birliğine zarar verdiğini söylemiştim. Bu hafta yine aynı konuya devam etmek istiyorum.

Bu insanlara şunu da sormadan edemeyeceğim: 28 Şubat darbesinde neredeydiniz? O dönemde bu fikir ayrılıkları yoktu da, muhafazakâr insanlar iktidara gelince mi aklınıza geldi ehlisünneti korumak? O dönemde ehlisünnetin korunmaya ihtiyacı yok muydu? Üç beş duyarlı kişi imam hatip liseleri kapanmasın diye, köy köy gezerken siz neredeydiniz?

28 Şubat döneminde Üniversitelerde başörtülü kız öğrenciler okuldan atılırken, coplanırken, hatta idamla yargılanırken sesi soluğu çıkmayan pek çok kişi şu anda adeta Müslümanların koruyucu meleği gibi davranması ve mangalda kül bırakmaması bana pek samimi bir davranış olarak gelmiyor. Yiğitleri zamanında er meydanında görmeyi tercih ederdik; çünkü taş yerinde ağırdır.

Kutlu Doğum Haftasını kutladığımız geçen ayda Hz. Peygamberi hepimiz özlem, hasret ve gözyaşlarıyla andık, hatırladık. Peki, Hz. Peygamberi sevgili kılan en önemli özellik neydi? diye sorarsanız. Onun tüm insanlara insan değeri vermesidir, diye kısaca açıklayabiliriz.

Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin kesin hükümleri olamayan konularda farklı fikirler, söylemler ya da yapılanlar İslamiyet dairesinin içerisinde var olan fikirlerdir, senin grubunun hoşuna gitmese de bunu kabullenmek zorundasın.

Burada bahsettiğimiz eleştiriler tüm Müslüman gruplar için değildir. Bu hatalara düşmeyen, tüm Müslümanları kendi kardeşi sayan insanları tenzih ediyorum. Amacımız bağcıyı dövmek değil, doğruları dile getirip kardeşlik, birlik, beraberlik ruhunu tesis etmektir.

Eleştirilen unsurlar bireylerle ilgilidir, gruba mâl edilemez, diyeceksiniz. Bu kısmen doğrudur, fakat bireylerin hatası ya da hata yapan bireyler öylesine artmıştır ki, bu taassup içeren ifadeler camianın genel görüşü haline gelmiştir. Dolayısıyla bağlı bulunduğu camianın olumlu imajını gölgelemiş ve zedelemiştir. 

28 Şubat’ın vesayetçi zihniyeti nasıl “laikliği” kendi istediği şekilde tanımlayıp diğer insanları bu şablona sığdırmaya çalışıyorsa; günümüz din vesayetçileri de kendi dini anlayışını tek doğru kabul edip kendi istediği şekilde tanımlayıp kendi şablonuna sığdırmaya çalışıyor. Aslında aralarında büyük farklar yok bence.

Bunun sonucunda yine aynı vesayetçi zihniyetin “yeşil sermaye, irtica” listeleri gibi, bunlar da birçok konuda fikri olan insanlarla, bilim adamlarıyla ilgili itikadi sapıklar listesi, batıllar listesi, mezhepsizler listesi gibi gayri ahlaki listeler yapıyorlar. Gerekirse bu listeleri sahte bir cihat aşkıyla sağda solda dağıtıyorlar. Bu taassup değil de nedir?

Müslümanlar arasındaki bu çekememezlik, iktidar mücadelesi, kendi grubunu üstün görme, diğerlerine kıymet vermeme anlayışı küresel güçler için iyi bir malzemedir. Kapitalizm ve onun mimarı olan Siyonizm bu farklılıkları çok iyi kullanıyor, Müslümanlar arası bu probleme farklı araçları kullanarak yangına körükle gidiyor.

ABD ve Siyonizm dediğimiz bu küresel güç Müslümanlar arasındaki bu farklılığı kendi hegemonyasını devam ettirmek amacıyla en verimli biçimde kullanıyor. Müslüman ülkelere doğrudan ya da dolaylı bir biçimde müdahale etmekte, Müslümanlar da bu müdahalelere karşı pek fazla bir şey yapamamaktadır. Çünkü kendi içimizde bir birliktelik oluşturamadığımız için Batı karşısında da tavrımızı netleştireme- dik. Batıya karşı ya ideolojik ya da ön yargı gözlükleriyle baktık. Bu bakışın da ne derece doğru olduğu ayrı bir tartışma konusu.

Bütün dünya Müslümanları ırk, mezhep, kabile, cemaat, grup, parti, asabiyet farklılıklarını bir kenara bırakıp sadece ilahi mesaja bağlanıp ümmetçi bir yaklaşıma sahip olabilse neler yapabileceğimizi bir düşünün. ABD her istediği ülkeyi işgal edebilir miydi, İsrail sağa sola saldırabilir miydi, dünya Müslümanları açlık ve sefalet içinde olabilir miydi, Suriye’de binlerce insan öldürülür müydü, Afrika bu derece sömürülüp perişan bir halde bırakılabilir miydi, Arakan’da Müslümanlar diri diri yakılabilir miydi?

Bırakın birlik beraberliği Avrupa sınırları tamamen kaldırmışken, biz Müslüman ülkeler kendi sınırlarımıza mayın döşüyoruz. Bu anlamda herkes, kendini sorgulamalıdır. Çuvaldızı değilse bile iğneyi kendimize batırmamız gerekir.

Peki, nasıl bu hale geldik?

Pek çok sebebi olsa da sebeplerden biri kendi grubumuzu İslam’ın önünde tutmak, ikincisi ilahi mesajı görmezden gelmek, üçüncüsü eleştirel değil itaat kültürüyle yetişmiş olmaktır. Bunun dışında daha önce bahsettiğimiz cehalet ve çıkar ilişkisi de bu farklılıkları körüklemektedir. Bu hastalığın ilacı yine Kur’an ve sünnettedir:

“Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir ve (sadakatle) onun yanında olanlar, bütün hakikat inkârcılarına karşı kararlı ve tavizsiz (ama), birbirlerine karşı merhamet doludurlar.” (Fetih/29).

“Müslümanlar bir vücudun âzaları gibidir. O âzalardan biri rahatsız olsa bütün vücut rahatsız-lık duyar.” (Hadis-i Şerif).

“Müslüman o kimsedir ki, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Hadis-i Şerif).