On İki Yıl önceydi…
Birisi geldi. Geçti karatahtanın başına; tebeşirle Eğitim yazdı…
Madein, Erkan Mumcu…
Çok değil; Beş ay sonra öteki geldi. Sol elinde silgi, sağ elinde tebeşir vardı.
Eğitimi sildi; yeniden eğitim yazdı ve gitti…
İmalatı harika: Hüseyin Çelik…
Üç Buçuk Yıl aradan sonra:
Sırtında beyaz bir önlük, ciddi bir öğretmen edasıyla gelen bir başka saygın, bir kez daha eğitimi silip, tekrar yine eğitim yazdı…
Mucidül latif: Nimet Çubukçu (Baş)
Olmadı!
Eğitim’in ğ’si, g gibi yazılmış ön görüsüyle aldı eli-ne silgiyi; eğitimi temizleyip tahtadan, koskoca tebeşirle, koskoca eğitim yazdı yine tahtaya…
Alimül müderris: Ömer Dinçer…
Yine olmamış olacak ki:
Bu kez de:
Hem Prof. hem Dr. unvanlı; haberci, haber veren, yüksek, yüce gibi anlamlara gelen Nabi isimli ve Avcı soyadlı babacan birisi geldi
O da sildi eğitimi…
Halen elinde birçok renkli tebeşir, tahtanın başında tüm renkleri deniyor, bir türlü eğitim yazamıyor; eli yü-zü, üstü başı tebeşir içinde kaldı…
Böylece:On iki yıl gibi uzun sürede ülkemizdeki iktidar sahipleri bir türlü aradıkları tarzda Eğitim modelini bulup uygulamaya koyamadılar…
Gerçekte, şimdiki Cumhurbaşkanımız ve geçmişin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Kindar ve dindar nesiller yetiştirecek” bir eğitim yapılanmasını önermişti ama…
Henüz bütün yollar oraya çıkmadı; belki hazmettire, hazmettire uygulamaya sokacaklar…
Hem kindar, hemi de dindar; İŞİD gibi yani… Maazallah…
Bakar mısınız?
Çocuğunu özel okula gönderene Milli Eğitim Bakanlığı ortalama Üç Bin TL destek veriyor, her yıl için; iyi mi?
Özel okullara kimler gönderir?
Hali vakti yerinde olup yavruları daha kapsamlı eğitim alsın diye düşünenler…
Yani devlet okullarına güvenmeyenler, oralardaki eğitim ve öğretimi yeterli görmeyenler, yani ülkemizde parasal elit bir sınıf…
Öyle değil mi, bunun başka izahı var mı?
Bakanlıkta böyle düşünmüş olmalı ki: “Sizler boş verin bizim okulları; ben de destek yapayım da özele gönderin çocuklarınızı.” diyor…
Çok iyi. İyi de:
Yoksulun, dar gelirlinin yavruları ne olacak?
Hani; evlerine bulgur, makarna gönderip oyunu aldıklarımızın çocukları…
Desenize:
“Onlar sandıktan sandığa hatırlananlar; şimdilerde sırası değil, devlet okulları nelerine yetmiyor, kimseyi açıkta bırakmıyoruz; uzak yakın demeyip bir okula yerleştiriyoruz. Olmazsa İmam-Hatip okulları ne güne duruyor; oralara gitsinler…”
Oysa:
Şu özellere gidecek çocuklara verilecek destek, devlet okullarına yönlendirilse; oraların fiziki olanakları arttırılıp, cazip hale getirilebilinirdi…
Hem:
Kimin parası kime peşkeş çekiliyor ki; vergi sadece zenginden, varlıklıdan mı toplanıyor; memur, küçük esnaf ve işçi çakıl taşı mı veriyor, para yerine?
Saçı bitmemiş yetimin hakkını özele peşkeş çekmek… Peh! Ki ne peh!
Ama:
Gelin görün ki: Devlet kurumları, sözde devleti yönetiyoruz diyenlerce katlediliyor; kimsenin gıkı çıkmıyor…
Başka bir örnek:
Milli Eğitim Bakanlığı eline almış bir kosa, yonca biçercesine kendisinin göreve getirdiği okul idarecilerini kökünden doğruyor…
Niçin?
Evet:
Öğretmenlerin hiç biri, ben idareci olacağım düşüncesiyle göreve başlamaz; O’nun asli görevi öğretmenliktir. Zamanla ihtiyaç hasıl olunca, sicil amirlerince layık görülenler yönetim kadrolarında değerlendirilir.
Sınavla idareci olunmaz; yanlıştır. O tip sınavlar, kişinin genel bilgisini ölçer, idarecilik yeteneğini değil…
Sonra:
Çok iyi bir öğretmenden çok iyi bir idareci olur mantığı da yanlıştır. İdarecilik bambaşka bir kişilik oluşumudur…
Kendimden örnek vereyim:
On Beş yılı aşan bir öğretmenlik yaşamımda kendi-mi dev aynasında görür “Benden daha iyi öğretmen yok.” Diye hindi gibi kabarırdım. Okul müdürü olup Sekiz yıla varan görev sürecinde öğretmenli bilmediği-mi anladım…
İdareciliği de “İ” harfinin başındaki noktasını öğrenmek üzereyken emekli oldum.
Demem o ki:
Adamı sınava sokmuş; yeterli puan almışsa idareci yapmışsın
O da:
Canını dişine takmış, başarılı olabilmek için gece gündüz çalışmış, yıllar geçmiş deneyim kazanmış, tam yararlı olabileceği çağda; “Hadi terk et makamı!” diyerek işine son verip öğretmenliğe döndürmüşsün…
Niye, niçin? Yazık değil mi onca emeğe, harcanan onca yıllara, kazanılan bunca deneyimlere?
Adam, bir, iki yıl denenir, başarısızca müfettiş rapor-larıyla idareciliğini son verebilirsin… Bu ne şimdi; eğitimi yaz, boz tahtasına çevirmenin mantığı var mı?
Görülen o ki:
Eğitimin “Milliliği” Bakan beylerin iki dudağı arasında paspas olmuş çiğneniyor…
Tevhid-i Tedrisat, yani eğitimde birlik tavana kaldı- rılmış, Doksan Yıllık Cumhuriyet değerlerine nanik yapıyor; kimsenin umurunda değil…
II.Meşrutiyet Döneminin Maarif Nazırlarından Emrullah Efendi’nin şakayla karışık: “Ah şu okullar olmasa maarifi ne kadar güzel yönetirdim.” dediği söylenir…
Adam haklı değil miymiş?