Siyasal, ekonomik ve kültürel emperyalizmden, her türlü sömürü düzeninden ve zulümden kurtuluş; ancak ve evvelemirde bu durumdan kurtulmak isteyen ve buna karar veren insanların kendilerini düzelt-meleriyle başlar.

Siyasal, ekonomik ve kültürel emperyalizmden, her türlü sömürü düzeninden ve zulümden kurtuluş; ancak ve evvelemirde bu durumdan kurtulmak isteyen ve buna karar veren insanların kendilerini düzelt-meleriyle başlar. Fert fert insanlar ve bu insanların oluşturduğu milletler, eğer hür düşünceye sahip değillerse, özgür ve bağımsız yaşamayı özden ve karşı konulmaz bir arzu ile istemiyorlarsa, zalimin ve zulmün her türlüsüne karşı çıkmıyorlarsa, adaletin hakim kılınmasını istemiyorlarsa, gelir dağılımının adil olmasını ve tüm insanların maddi ve moral olarak zenginleşmelerini, böylece herkesin refah içinde yaşamalarını arzu etmiyorlarsa ve içinde bulundukları olumsuzluklardan kurtulmak için bedel ödemeye hazır değillerse, kurtuluşu hak etmiyorlar; en azından istemiyorlar demektir.
Bağımsızlık direnişinin ünlü büyüklerinden Mahatma Gandhi'nin bu konudaki tespitlerine katılmamak mümkün mü?
“Ben bir isyan değil, bir direnişim!” diyen Mahatma Gandhi : “Acil kullanımımız dışında gerekmeyen bir şeyi kabul ediyorsak şu halde hepimiz hırsız sayılırız. Tanrının nimetleri tekelleştirildiği takdirde bir zulmün üzerine daha büyük bir zulüm gelir. (…) Bazılarımızdaki sömürü, ancak biz kendimizi düzelttiğimizde ve vicdanlarımızı hesaba çektiğimizde yok olur. Bir insan ahlaki ve dini kuralları kabul eder de onları yaşamazsa içinde bir huzursuzluk ve mutsuzluk oluşur. Biz, bedenimize yiyecek, giyecek ve barınak sağlamak için yaşamıyoruz. Bütün bunları, yaşamak için sağlıyoruz…. Maddi şeyler duygusal bir amaç için araç olmak durumundadırlar. Amaç olduklarında ya da tek amaç olduklarında hayat zengin içeriğini yitirir. İnancı ile yaptıkları arasında çelişki bulunan bir insanın başvuracağı tek yol anarşidir, şiddettir. İnandığı gibi yaşayanlar düşmanlarını da kendine hayran bırakır; inandığı gibi yaşamayanlar bir müddet sonra yaşadığı gibi görülmeye başlarlar, daha sonraki aşama ise günahların helalmiş gibi görülmeye başlamasıdır. Bu durum, düşmanının sana olan nefretini daha çok arttırır.”
İnsanı yoktan var eden güç, onu özgür olarak yaşaması için yaratmıştır. Esaret, zulmün her çeşidi, serbestçe düşünememek ve seçtiği değerlere inanmasını engellemek ve adaletsizlik insan onurunu zedeleyen en büyük işkencedir. Zulme ve zalime karşı çıkarak insanların ve kendisinin yaratılış gerçeğine uygun şekilde hür ve bağımsız düşünmesini ve yaşamasını sağlamak, aslında insan olmanın doğal bir sonucudur ve bu aynı zamanda Tanrı'ya yardımcı olmaktır. Zira Tanrı'nın biz insanlardan istediği, yeryüzünü insanların gönlünce yaşamlarını sürdürebilecekleri bir ortam haline getirmemizdir. Bunu yaptığımızda Yaratıcının muradı da gerçekleşmiş olacağından O'na yardımcı olmuş oluruz. Böyle yapmamızı Tanrı istiyor çünkü: “Allah'ın yardımcıları olun.” (Saff, 14).
Yaşam inişli çıkışlı bir yolculuktur. İnsan yaşamı öğrenmeye sıfırdan başlar. İnsan yeri gelir düşer, yeri gelir kalkar. Ama yaşam yolculuğu hiç bitmez. Öğrenme, araştırma, sorgulama, inceleme işi ölüme kadar hiç ara vermeden sürer. 'Yoruldum artık!” diyen ve öğrenmeye ara veren kaybeder. J. Jenkins'in muhteşem ifadesiyle “elmas yontulmadan, insan da yanılmadan mükemmelleşemez.” İnsan huzuru, mutluluğu ve dinginliği yaşamın içinde bulmalı ve orada yaşamalıdır. Zira, “mutluluk, yapılan şeydedir, sahip olunanda değil.”
ÖZSÖZ: “Hayatta istediğimiz ve ihtiyaç duyduğu-muz şeyleri yalnız bağışlamak verir. İçimizdeki savaşı sona erdirecek güçte olan tek tutum kendimizi, başkalarını, Tanrı'yı ve dünyayı bağışlamaktır. Bağışlamak insanı barışa ve huzura götüren yoldur.”    
(Debbie Ford)