Bir önceki yazımdaki bahsi geçen hezimetin ardından nihayet Sırbistan gezimi gerçekleştirebildim. İstanbul Atatürk havalimanında yoğun güvenlik önlemleri eşliğinde binebildiğimiz uçağımızın yaklaşık bir saat yirmi dakika sonra Belgrad Nikola Tesla havalimanına iniş yaptı. Normalde vizesiz seyahat edilebilen Sırbistan daha önce karşılaşmadığım bir uygulama ile “merhaba” dedi. O uygulama ise daha önceden herhangi bir ülkeye seyahat etmemişseniz mutlaka daha önceden yurt dışına çıkmış birinin kefaletini istiyor. Yani ilk kez yurt dışına çıkıyor ve pasaportunuzda farklı bir ülkeye giriş çıkış mührünüz yok ise ülkeye girişiniz çok zor. Şayet pasaportunuz yeni ise eskilerini de yanınızda getirmeniz yahut yanınızdaki birinden birlikte olduğunuza dair ricada bulunmanız gerekiyor. Pasaport kontrolümüzün ardından rehber eşliğinde panoramik şehir turumuz başladı. Tur esnasında ecdat yadigarlarının yanı sıra NATO saldırısı esnasında enkaz haline gelmiş binaları gördük. Geçmişi unutmamak adına bir çoğu müzeleştirilmiş. Hemen her yerde karşımıza çıkan Sırbistan bayrağındaki çift başlı kartal dikkatimi çekti. Rehberimize sordum nedir anlamı diye. Öncelikle Selçuklular kullanmış bu figürü, şimdilerde ise Arnavutluk, Karadağ ve Sırbistan kullanmakta. Sağa ve sola simetrik şekilde betimlenen kartallar doğu ve batıyı temsil etmekte. Bu açıklama ile yetinmeyip netten de araştırma yaptığımda ilginç bir hikaye ile karşılaştım. Hikaye ise şu: O dönemlerde kartalların ömrü yaklaşık seksen yıl kadar. Kartal kırk yaşına geldiğinde avlanamayacak kadar gagası büyümüş ve kıvrılmış, pençeleri aynı şekilde büyümüş ve avını zor kavrar hale gelmiş, beraberindeyse kanat tüyleri ise usta manevralar için çok fazla büyümüştür. Hal böyle olunca kartal savunmasız da oluyor. Bunu sezinleyen hayvan güvende olabileceği çok yüksek bir yere çıkıp orada hayatının kararını vermek zorundadır. Ya, yaşlılığını kabul edip orada ölümü bekleyecek veyahut yenilenecek. Eğer ikinci seçeneği seçerse; Öncelikle gagasını kayaya vura vura kırar ve yenisinin çıkmasını bekler. Sonra çıkan yeni gagası ile pençelerini söker ve yenilerinin çıkmasını bekler; Bu olay akabinde ise yeni pençeleriyle kanatlarındaki eski tüyleri yolar. Bu yenilenme sonucunda yenilenen gaga, pençe ve tüylerine birde kırk yılın tecrübesi eklendiğinde çok daha usta bir avcı haline gelir. Bayraktaki betimleme bu hikâyeye atfedilmiştir. Eski büyük Yugoslavya özlemi ile yeni ve daha güçlü Sırbistan´ı yapılandırmak… Müzeleştirilmiş yıkık binaların yanısıra NATO müdahalesinde savunma maksadı ile kullanılan bir çok silah Belgrad kalesi yakınlarındaki Kalemegdan´da görülebilir. Kalemegdan, kale ve meydan kelimelerinin bileşiği olarak Türkçemizden geçmiştir. Ayrıca yok, yorgan, çarşaf, şeker ortak kelimelimizden. Müdahale sonrası NATO üyesi Almanya ve Fransa´ya karşı olan sempati çok ciddi bir kine dönüşmüş durumda. Irkçı Sırp kasabı Slobodan Miloseviç ve her eski Sovyet bloku ülkelerinin tamamında olduğu gibi Rusya lideri Putin efsaneleşmiş durumda. Şahsım nazarında Sırbistan´dan çıkma en değerli tek insan elektriğin efendisi, büyük mucit Nikola Tesla´dır. Her ne kadar projelerinin bir çoğunu Edison´a kaptırsa da gerçeklerin en yada geç su yüzüne çıkmak gibi huyları var… Kalemegdan sonrasında bizim İstanbul´daki İstiklal caddesinin çok benzeri bir cadde var.Turist ağırlıklı büyük bir kalabalığın bulunduğu caddenin sağında solunda hareketli gece hayatının yaşandığı barlar, kafeler, alışveriş merkezleri ve restoranlar mevcut. Çok ucuz olmasına rağmen et yemeklerinde “domuz eti” ağırlıklı. Şayet bundan sıyrılmak ve kendi kültürümüze haiz yemekler isterseniz “Pera otel ve restorana” uğrayabilirsiniz. Burada özel bir teknikle pişirilmiş harika sığır eti yiyebilir, ardından “demleme Türk çayı” içebilirsiniz. İşletmecisi Türk olan bu mekanı tavsiye ediyorum. İkinci mekan ise bir Sırp´a ait. Burada kebap ve baklava türü Türk yemeklerine ulaşabilirsiniz. Dört kişilik mükellef yemek ve içecekler dahil toplam 4000 Sırp Dinarı tuttu. Ki bu da yaklaşık 125 Liraya tekabül ediyor. Yani kişi başı 32 liraya iyi bir restoranda yemek yiyebilirsiniz. 1 Türk Lirası = 32 Sırp Dinarı. Yani paramız oldukça değerli Sırp Dinarı karşısında. Yaklaşık 100 Euro bütçe, şatafatlı olmayan bir gezide bir kişiyi iki gün idare edebilir. Elektronik ve tekstil fiyatları Ülkemiz ile aynı. Tekstil firmalarının bir çoğu Türk firması. Bu da bir ayrıca gururlandırdı. Taksi, restoran ve kafe esnaflarıyla yaptığım görüşmelerde edindiğim izlenimlerde iki sene önce vizelerin kaldırılması ile Türk turist akımının başladığı ve bu akım sonucu Türk´leri birebir daha iyi tanıdıklarını; Kendilerine öğretilen Türk yapısının aslında çok farklı olduğunu itiraf ettiler. Eski tüfek sağlam komünist Sırp´lar dışında Türk´lere “temkinli” bir sempati yok değil. Gelelim konaklama bilgilerine…. Bizim kaldığımız otel Tuna nehri üzerinde konuşlandırılmış onlarca yüzer otellerden biri idi. Bizimkinin tek farkı sabitlenmiş bir gemi olması idi. Sabah kahvaltınızı Tuna nehrinin eşsiz manzarası içinde yapmak gerçekten insana çok özel hissettiriyor. Fakat sonuç itibari ile bir gemi kamarasında kaldığınız için bir otel odasına kıyasla oldukça küçük kalmakta. Fiyat bilgilerine gelirsek; Ülkemizdeki 3 ve 4 yıldız fiyatları ile hemen hemen aynı. Geceliği kahvaltı dahil 100 ila 200 Lira arasında. Bireysel ziyaretten ziyade tur ve rehber eşliğinde gezmenizi tavsiye ederim. Bu hem daha ekonomik olacaktır hem de çok daha fazla şey öğrenebilirsiniz ülke hakkında. Gezimizin sonunda tekrar Nikola Tesla havalimanına gittik. Kapıdan girdiğinizde hiçbir güvenlik önlemi olmadığını göreceksiniz. Hatta birçok büyük alışveriş merkezinde x-ray veya güvenlik dahi yok. Pasaport kontrolü ve gümrüklere kadar herhangi bir güvenlik kontrolüyle karşılaşmadık. Sadece uçağa binilecek kapı öncesi valizlerimiz x-ray cihazından geçirildi ve arandık. Avrupa´nın bize ihraç ettiği terör dalgasının ardındaki bu rahatlığı gerçekten beni rahatsız etti. Ecdadımızın at sırtında gezdiği buram buram tarih kokan bu diyardan ayrılırken; Özlediğimiz vatanımıza kavuşmanın buruk sevinci ile yolculuğumuzu tamamladık ve Tuna Nehri hala akmam diyordu… Selam ve dua ile… |