Üretimin üç temel öğesidir yukarıdaki başlık… Bunlardan biri eksikse, üretimin sürekliliği sonuçsuz kalır… Cumhuriyet’in kurulduğu dönemlerde, beyin yok-tu. Pek çoğu, gerek Çanakkale, gerekse kurtuluş savaşlarında şehit düşüp hakkın rahmetine kavuşmuşlardı. Para zaten yoktu; Osmanlıdan Duyun-ü Umumiye denilen dış borçlardan başka hiçbir şey kalmamış, halk geçimini zor sağlıyordu… Devir çarık, Kırk yamalı potur devriydi… Tek var olan emekti. O’nun da bilinci yoktu. Genelde kırsal alanda babadan, dededen kalma usullerle verimsiz çalışıyordu… Eski adıyla amele sınıfı çok cılızdı; çünkü ele avuca gelebilecek sanayi yok denecek kadar azdı… İşte! Böylesi bir ortamda, özellikle 1927’den sonra Devletçiliğe, 1932’den sonra, halkın da katkılarını sağlayarak karma ekonomiye geçildi… Şeker, tekstil, demir çelik olmak üzere, demir yolculuğuna dayalı işletmelerle, uçak sanayine öncelik tanındı… Adına KİT dediğimiz Kamu İktisadi Kuruluşlarının temeli, o zamanlar atıldı.2. Dünya Harbi’nin kötü koşullarına rağmen, bu kuruluşlar ülke kalkınmasında çok büyük görevler üstlendi ve de başarılı oldu… 1950 den sonra iktidar olanlar her mahallede bir Milyoner yaratma sloganı ile işe başlamışlar, ama “Hamili kart yakınımdır.” Aymazlığıyla işe uygun eleman yerine, adama göre iş yaratma hatasına düşülerek, KİT kadroları şişirilmiş, böylece bu kurumların sürekli zarar etmesine çanak tutulmuştur… Karma Ekonomi, siyasi rekabette de devamlı suçlanarak, gelişmiş kapitalist toplumların uygulamakta olduğu liberal sisteme geçiş sağlanmıştır… Ne yazıktır ki: KİT lerde çalışmakta olan milyonlarca işçi, sınıf bilincinden öte; “Çalışıp da devleti mi zengin edecek-sin.” Propagandaların etkisiyle dezenformasyona uğratılıp, verimliliğin düşmesi bu geçişi hızlandırmıştır… Sonuç: Artık KİT ler yoktur. Son 11 Yıllık süreçte hepsi yok pahasına satılmış, böylece devlet, üretimden elini eteğini çekerek bu görevi Özel Sektöre devretmiş-tir. Bu kesimin rahat çalışabilmesi için de: Geçmişte kamu sektörüne kök söktüren işçi haklarının koruyucusu olan İş Kanunu, birkaç kez değiştirilerek, işveren karşısında emeğin, eli kolu bağlanmıştır… Emek ve emekçi bunun bilincinde midir? Sanmıyorum… Nasıl ki: Dün, İş Kanunlarının kendisine kazandırdığı hak ve olanakları hoyratça kullanıp, iş yeri verimliliğini, dolayısıyla ülke çıkarlarını tahrip etmiş, sosyal haklar peşinde koşarken kapitalizmin tuzağına düşmüş ise; şimdi de, geçmişin bedelini ödemek zorunda bırakılmıştır… Bu gün devlet: Hizmet hariç, üretim sektöründen hemen, hemen elini çekmiş durumdadır. Üretimde istihdamı, yani iş yaratma sorumluluğunu özel sektöre terk etmiş, İş Yasalarında yaptığı değişikliklerle de, O’nun elini rahatlatırken, emeğin yani işçinin hareket alanını da iyice kısıtlamıştır… İşçilerimiz bunların farkında mı acaba? I ıh… Eğer aksi olsaydı: Kendilerine yaşamı zindan edenler, bu gün iktidarda olamazlardı; Eğer bu ayrımı algılamış olsalardı: % 80 ni asgari ücrete talim ederken patronun bayramlardan bayramlara kendilerine bahşedeceği sadakalarla yetinmezlerdi… Bir gerçeğin altını çizelim: Ülkemizde işveren, yani patron olmak kolay mı? Hayır zor. Hem de çok zor… Başta: Hükmedenlerle çok iyi geçinecek, O’ların dümen suyundan çıkmayacaksın! Yoksa halin dumandır; İki vergi müfettişi, bir iş müfettişi derken, köküne kibrit suyu… Herkes işveren olabilir mi? Olamaz; bu yaradılış ve bir yetenek işidir… Ne kadar paran bol, ne kadar diploman, kariyerin bulunursa bulunsun, bunları kullanma yeteneğinden yoksunsan eğer; gerçek anlamda patron olamasın… Hep gözlenen ve bilinendir: Çok miras yediler vardır ki; atalarından kalan iş yerinin ve bol paranın köküne çok kısa bir zaman sonra kibrit suyu ekmiştir… Yine çok sıkça rastlanır ki: Birçok Profesör unvanlı kariyer sahibi kişiler, işverenliğe cesaret edemeyip, sadece danışmanlıkla yetinip dururlar. Onu da bulabilirlerse eğer… Buradan şuraya varmak mümkündür: Emek: İhmale uğratılmayacak ölçüde kutsaldır; O’nun değerini bilmek, hakkını, hakça koşullar ölçütünde vermek ve böyle düşünmek tüm insanlığın görevi olmalıdır… (Kendileri bunun bilincinde olmasalar bile…) Öte yandan: Değil mi ki: Devlet ekonomiden elini eteğini çekmiş, bu görevi özel sektöre devretmiştir; o zaman bu ülkenin Milyonlarca insanına aş vererek istihdamı yaratma sorumluluğunu üstlenen işveren de kutsaldır… Başta devlet organları olmak üzere tüm yurttaşlar, ülkemizin gelecekteki zenginliği, istikrarı, huzuru ve mutluluğu için işvereni ve O’nun üretim araçlarını korumak kollamak görevi olmalıdır… İşçi: Çalıştığı iş yerini gözü gibi bakmalı, “Burası benim çoluk ve çocuğumun ekmek teknesi, burayı korumalı ve üretimi en iyi noktaya çekmeliyim” Düşüncesiyle çalışmalıdır. Öte yandan Patron da: “Sahibi olduğum bu tesise, ülkemin ve yurttaşlarımın ihtiyacı var. Daha çok ürettirmeli, daha çok para kazanmalı ve elde ettiğim artı değerlerden benimle çalışan işçilerime, daha faz-la olanak ayırmalı, onlara daha mutlu, daha sağlık ve huzurlu bir ortam yaratmak için daha fazla para vermeliyim.” duygusu ve gayreti içinde bulunmalıdır… Bu duyguları paylaşıp başarabilenlere: İster milliyetçi, ister yurt sever, ister sağcı, ister dinci, yüreğiniz elveriyorsa isterseniz solcu deyin, ne derseniz deyin; sonuçta ülkemiz kazanacaktır… Yani bizler kazanacağız.