Kile bir tahıl ölçü birimidir. Dibi olmayınca, tahıl kile-de durmaz yere dökülür.

Ambar ise bir tahıl deposudur. İçine tahıl konmamışsa boş durur…

 “Dipsiz kile, boş ambar”; görüldüğü gibi Dört sözcüklü bir Anadolu halk deyimi olup, aslı, astarı olmayan, hiçbir işe yaramayan tartışmalar ve yaratılan olaylar için söylenir…

Türk Milli Eğitim Politikaları da 1980’den buyana: “Dipsiz kile boş ambar.” örneğinde olduğu gibi, amacı ve hedefi tam olarak ifade edilemeyen bir konumdadır…

Maalesef:

Başında Milli kelimesi olan eğitim: Okyanusta fırtına-ya yakalanmış, dümeni kırık, pusulasız gemi gibi; çaresiz, oradan oraya savrulup durmakta…

Temel eğitimden, yüksek öğrenime kadar yaşanan süreçte; ülke gereksinmelerine uygun hangi formasyonda elaman ihtiyacı olduğu planlanmadan, “Kervan yolda düzülür.” Söylemiyle,  karakucak bir sistemin içinde bocalamaktadır…

Örnek mi istersiniz?

10 Yıl, 20 Yıl, 30 Yıl ve hatta daha ileri yıllar da, Türkiye’nin gelişmesi için hangi formasyonda elamana ihtiyaç duyulacaktır sorusuna cevap var mı?

Üç aşağı beş yukarı: Kaç doktora, kaç makine, kaç inşaat, kaç ziraat mühendisine, kaç öğretmene ve kaç vs, vs elamana ihtiyaç olduğunun planlaması yapılmakta mıdır?

Ben duymadım, bilmiyorum; sizler biliyorsanız başka.

Ülkemizde 180’e yakın irili ufaklı yüksek okul, üniversite açmışız, halen de açılmaya devam edilmekte; bunlardan hiçbiri, planlanan ihtiyaç duyulacak elaman türüne göre değil. Kalıbımı basarım ki: gelecek oy hesabına göre, yada kazanç amaçlı düşünülmektedir…

İlçemizde açılan üniversiteye bakar mısınız?

Eskiden bir yere Ortaokul açarken “Bir mühür bir de müdür” oluşturulur, diğer teferruat sonradan düşünülür; bu durum da, halk arasında muhabbet konusu olurdu…

İnegöl de bundan farklı yapılan ne?

Bir makam, bir de Dekan, hepsi bu…

Yeterli derslik, yeterli öğretim elamanları, yeterli bina, teçhizat, laboratuar vb eğitimin gelişmesine katkı sağlaya-cak önemli yapılanmalardan bir görüntü var mı?

Böylesi bir ortamda yetiştirildiği sanılan gençlerin hayatta kendi dallarında başarıları: “Rast getir Allah’ım körün taşını…” Duasına sığınmaktan öte ne olabilir ki?  

Eskilerde üretim sektörü genel olarak devletin elindeyken, diplomanı koyar ortaya; işe alınır, orada yararlı olup olmadığına bakılmaksızın vaziyeti idare eder giderdin…

Hele birde arkan varsa; yani “Bu hamili kart yakınımdır.” Referansıyla işe alınmışsan: Keyha; emekli ola-na dek ne arayan, ne de soran olurdu…

Ama şimdilerde öyle değil…

Devlet üretim sektöründen, dolayısıyla ekonomiden %90 elini çekti; şimdi ipler özel sektörün elinde. Dolayısıyla da kendisine 5 kuruş kazandırmayan elamana İki ku-ruş vermez; hemen kapının önüne koyuverir…

Bu nedenle:

Tabandan tavana, yani temel eğitimden üniversiteye, eğitim ve öğretim programları hazırlanırken bu realite göz önünde tutuluyor mu?

Buna da evet dememiz olası mı? Hayır değil…

Yine ilçemize dönelim:

Gerek tekstil, gerekse diğer üretim yetkilileriyle, özel konuşmalarımızdan ve gazetelere verdikleri ilanlardan anladığımız kadarıyla, hep yetişmiş kalifiye elaman yokluğundan sıkıntı çekildiğini öğreniyoruz…

Aslında bu konu: Salt İnegöl’ün değil, ülkemizde tüm üretim alanlarının ana sorunu olarak gündemin birinciliğini korumaktadır…

Geçtiğimiz günlerde neredeyse İki milyona yakın gencimiz bir umutla üniversite sınavlarına girdi…

Ne olacak?

Bir elin Beş parmağını geçmeyen tanınmış üniversite dalları hariç, diğerlerinden herhangi birini kazanıp mezun olsa ne yazar; iş olanağı var mı?

Bu gençlerin, kendilerine kariyer olarak güvenleri, iş yaratma, iş kurma cesaretleri yeterli mi?

Bırakalım üniversite okuyanları, uzağa gitmeden yine size İnegöl’den örnek vereceğim; 1980 sonrası, İnegöl Ticaret ve İnegöl Endüstri Meslek liselerinden mezun olup da kaç gencimiz öğrendiği meslek dalında iş yeri açabilmiştir?

Yok denecek kadar yok.

Neden?

Uygulanmakta olan programlar, mesleki beceriden uzak, lafa dayalı teorik, yapabilmeye değil, sadece uzaktan bakmaya yönelikte ondan…

Unutulmasın ki:

 “Bakmakla öğrenebilinseydi kedi kasap olurdu.”

Uzun söze gerek yok.

Üniversite eğitimlerinin kaynağı, mesleki eğitim okulları olmalıdır…

Örneğin:

Sağlık Meslek Liseleri, ya da Sağlık Kolejlerinden Tıp Fakültelerine alınan öğrencilerin başarısı, klasik Liselilere göre %90 daha önde olmaz mı?

Keza:

Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölüm Mezunu bir gencin üniversitede Elektronik Mühendisliği okuması daha verimliliği arttırmaz mı?

Uzun söze gerek yok dedik; Dış ülkelere bir tır dolusu mal satıyoruz, kazandığımız para ile ancak bir el arabasını dolduracak ürün alabiliyoruz…

Bu nedenle de her yıl “Cari Açık” veriyor, sürekli dışa borçlanıyoruz…

Çözüm:

-Bildiğini zanneden değil, yapabilen gençler yetiştirmek zorundayız. Bunun içinde: En alttan zirveye kadar eğitim modelimiz, üretim temelli, olmalıdır…

-İktidar sahipleri; “Kürdanla diş kurcalamak günah mı sevap mı?” Tartışması yerine; bolca istihdam sahaları açmalı, ya da açılmasına ön ayak olmalı, gençlerimize sa-hip çıkarak işsiz kalmamalarını sağlamalıdır.

Unutulmamalıdır ki:

İşsiz gençlik, patlamaya hazır bir bombadır…

Ve yine unutmayalım ki: Üretmeyen toplum, esarete mahkumdur…