Düşünelim: Kişi olarak her yaptığımız doğru mudur? Doğrudur elbet! Yanlış olsa hiç yapar mıyız? Öyle değil mi? Kültürel yaşamımızın bir göstergesi olan alışkanlıklarımız hep doğrudur zaten; bu konuda kimse-ye söz ettirmeyiz evvel Allah… Örneğin, evimizde: Yarım litrelik suyla olabilecek bir temizlik işini, musluğu sonuna kadar açarak şarıl, şarıl akıtıp gereğinden çok fazla su tüketerek hallettiğimizi inkar edebilmek, şanımıza yakışır mı? Yakışmaz… Biz her şeyin en doğrusunu yaparız her zaman! Öte yandan: Sabahın alaca karanlığında sıkıştığımızda uyku-lu gözlerle soluğu tuvalette aldığımız hemen, he-men tümümüzün başına gelen güncel olaylardan- dır. İşimizi bitirip rahatladıktan sonra, taharet muslu-ğunu açınca duyacağınız ses; her kim olursanız olun şoke edebilir… Tısss! Beklenmeyen bir durum… Çare? Yardım istemek. “Hanım! Bana su getir çabuk!” Ne yapsın evin hanımı; beklenmedik bir istemle karşı karşıya pür telaş: “Ne oldu Bey” diyerek solu-ğu tuvalette alınca acı gerçekle yüz yüze gelir… Tedarikte varsa; kovada ibrikte, apar topar getirilir, hacet giderilmeye çalışılır. Bu durum, klasik tuvaletlerde pek zorlamasa da, her zamanki kolaylığı bumlamazsınız. Hele klozetlerde dökme suyla kıç temizliği, insana bayağı ter döktürür, hele kiloluysanız. Sular kesikse, daha kötüsü uzun süre akmayacaksa vay halimize… Bırakın kıç temizliğini ( O’nu kağıtla, batılılar gibi geçici süre halledebilirsiniz) Çamaşır, bulaşık, ye-mek, vücut temizliği, beslenme gereksinmelerimize çözüm bulmak nasıl olacak? Zor, çok zor… Hep biliyoruz ki: Su kaynaklarımız her geçen gün, gerek bilinçsiz tüketimden gerekse değişen iklim koşullarından dolayı azalıyor ve hatta tükenme noktasına yaklaşıyor… Çözüm: Kim olursak olalım; ister iş yeri sahibi, ister hane halkı, yaşamımızın en önemli temel maddesi olan suyu idareli kullanalım… Unutmayalım: Geçmişte göçlerin ana nedenlerinden birisi de, susuzluk olduğu tarihi araştırmaların ortaya çıkardı-ğı bir gerçektir… Savurganlık sadece su da mı? Yaşamımıza, O olmazsa biz olmayız dedirtecek kadar girmiş başka unsurlar yok mu? Örneğin Elektrik: Varlığı ile ilgili bilgilerin, MÖ 2750 yıllarına dayanan, eski Mısır medeniyetinde görüldüğü söylenen, yine MÖ 640- 546 Yıllarında yaşamış Yunanlı Filozof Thales tarafından pratiğe dökülen, daha sonraları, Avrupa’nın aydınlanma sürecinde 1672 ile ta 1990 lı Yıllara varan aralıklarda geçirdiği önemli evreler sonucu bugünkü halini alan elektrik… Keşfinden günümüze kadar geçirdiği tüm aşamada, emeği geçenlerin hemen tümü, bizlerin dünden bu güne tamamen bilinç dışı; “kapçıklı! Kafir” diye hakir gördüklerimizin, tüm insanlığa sundukları en büyük hizmet olan elektrik… Şu Edison’a bakar mısınız lütfen? Tüm insanlığın karanlığını aydınlığa açan adam; ne şahane bir buluş ve ne makbul bir hizmet… Şimdi: Gerçeği Yüce Allah bilir, ama O mu cennette gitmeli ben mi? Ben kendimi Müslüman görüyorum, O ise ya Hıristiyan ya da Musevi… Ben hep kendi çıkarımı kolladım ve kendi çıkarım için çalıştım. İnsanlığın ve Yüce Allah’ın yarattı-ğı tüm canlılar için, onların yararına hiçbir çabam olmadı; öyle kabul edelim… Ama Edison? Tam adıyla Tomas Alva Edison: Buluşunu, insanlığın hizmetine sunduğundan günümüze; belki de daha asırlar boyu, tüm dünyadaki canlılar alemine sağladığı aydınlık yaşamın mükafatının cennetlik olmasından daha doğal ne olabilir ki? Ben: Namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor, zekat veriyorsam Allah rızası, dolayısıyla da, kendi çıkarım için yapıyorum… Cennetten bir yer kapabilmek için yani… Edison ise: Tüm canlı aleminin, karanlığına ışık tutan bir hizmeti hayata geçirmiş… O nereye gider sorusuna benim yanıt vermem, Yüce Allah’a haşa saygısızlıktır. Doğrusunu O bilir. Allah’tan dileğim: Edison kulunu cennetiyle onurlandırmasıdır… İyi güzel de: Bizler, aydınlanma aracı olarak kullandığımız bu elektriğin kıymetini ne kadar bilebiliyoruz? Köyünden kasabasına, kasabasından şehirleri-ne, her ev de ve her ihtiyaç alanında, aydınlatmada birazcık tasarrufa dikkat ediyor muyuz? Çıkın bakın, gözleyin; her taraf ışıl, ışıl gereğinden çok fazla elektrik harcıyoruz; bir ampul yerine, daha çoğunu kullanmaktan çekinmiyoruz… Evet: “Parasını veriyoruz kime ne?” diyebiliriz, diyo-ruz da zaten… İyi güzel de: Bu değirmenin suyu nereden geliyor diye; hiç düşündüğümüz oluyor mu? Boş yere, salt özel zevkimiz gereği, boşuna harcadığımız elektriğin enerji kaynağı için dışarıya ödenen dövizi hiç düşünen var mı? Lafa gelince, “Mangalda kül bırakmayan” milli-yetçiliği ve israfı haram sayan Müslümanlığı kimse-ye kaptırmayız… Ama uygulamada her ne hikmetse egomuza teslim oluveriyoruz… Hasılı kelam: Çok bilinmeyenli bir ulusuz vesselam…