Diğer İslam toplumlarını incelemedim. Oralardaki Müslüman Halkın cami tutkusunu bilemem. Ama: Tarihimizi, özellikle Altı Yüz Yıllık Osmanlı mülkündeki camileri ve onların sayısını az kısa okuyup öğreniyoruz… O dönemlerde: Onca şatafat ve tantanaya rağmen, var olan ibadet yerleri, hatırlı elitlerin isimleri adına yaptırdıklarında öte-ye gitmemiştir… Oysa: Doksan Yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan halkımızın camiye olan tutkusunu taktir etmemek müm-kün değildir… Anadolu’nun en küçük biriminde, orada yaşayan nüfusun olanağı oranında, mutlaka bir camiye rastlamak, insana din adına gurur verir… Çok iyi hatırlarım; 1940 lı Yılların İkinci yarısında: Antalya kırsalını oluşturan yerleşimlerin pek çoğun-da cami olmadığından Bayram Namazlarını kılmak için yayan, Üç-Dört saati aşan bir yolu kat etmek zorunda kalırdık… Günümüze bakıyoruz; neredeyse her sokak başına bir cami düşecek… Bu yaklaşım doğru mu yanlış mı? Orasını ben nere-den bileyim; gücü olan ya da gücü toplayabilen, istediği kadar ibadet yeri yapmaya özgürdür. Ne de olsa demokrasi ile yönetiliyoruz; hem de ilerisinden! Ancak, bunun yanıtını: Kendileri de bir imam olan Sayın Başbakanımız, geçtiğimiz Cuma çıkışında, Ayasofya’yı cami yapmak isteyen eylemcilere verdi. Mealen: “Hemen karşıda, Süleymaniye ve Sultan Ahmet Camileri dolup taşar da, müminler dışarıda kalırsa o zaman düşünürüz; Bayram ve teravih namazları dışında camiler bom boş dururken, Ayasofya’yı camiye çevirmek doğru olmaz.” Bunu başka bir yurttaş, örneğin ben söylesem; aman Allah! Resmen dinsiz, imansız cami düşmanı ilan edilirdik… Neyse ki: Başbakanımız doğruyu söyledi. İhtiyaç varsa yeteri kadar cami yapımına kimsenin karşı çıkacağını sanmıyorum. Hiç gereği yokken, sırf bir şeylerin kanıtı olsun diye, yarış edercesine her köşe başına bir cami yaptırmanın da hedefini anlamakta zorlanıyorum… Bilebildiğim kadarıyla: İslam’ın diğer semavi dinlerden üstün olduğu yönle-rinin başında: Müminlerin, Allah ile Dört duvar arasında değil de, gök kubbenin temiz olan her yerinde buluşması umudu gelir… Bilindiği üzere: Hıristiyan ve Museviler ibadeti mutlaka bir mabette yapma alışkanlığına sahiptirler. Bu mabetlerde; İseviler-de kilise, Musevilerde de sinagog dur… Dinimiz de ise: Dünya’nın temiz olan her yeri mabettir. Bize “…Şah damarımızdan yakın...” (Kaf – 16) olan Allah’ı, dört duvar arasına sıkıştırmak dinimizin te-mel kabullerine aykırıdır. O, her yerde hazır ve nazırdır. Bu nedenle; namaz ibadetlerimizde, camiler ille de ön koşul değildir… Öte yandan: Camideki ibadetlerin kutsiyeti, güzellikleri de başkadır… Müminleri birbirine yaklaştırır dostluk ve dayanışmayı güçlendirir… Camide; varsılla yoksul, amirle memur, işçi ile patron, arif ile mecnun, alim ile zalim, hepsi bir safta Allah’ın huzuruna dizilirler; orada herkes eşit, herkes af dileyen, birer kuldur ve bir rüya alemidir o anlar… İbadet bitip camiden dışarıya adım atılınca rüya biter; eşitlik son bulmuştur. Yiğitler bahçe belleme, varsıllarda paradan para kazanma sevdasıyla dağılıp giderler… Aslında camiler: Sadece mabet olarak düşünülmemiştir. Örneğin: İslam da Medine de 2. mescit olarak (İlki, Medine girişi Küba Köyünde idi.) yapılan adına Mescidi Nebi, ya da Mescidi Nebevi ve ya Mescidi Şerif denilen bina, hem namaz kılındığı için mabet, hem günlük konuların tartışıldığı, bilgilendirilmelerin yapıldığı için toplantı salonu, hem de dışarıdan gelen konukların ağırlandığı mekan olarak kullanılmıştır… Günümüzde ise: Camilerimiz mabedimizdir; hepsi o kadar… Camilerimizde, soru yöneltme dolayısıyla tartışma ortamı kendiliğinden kapanmıştır. Mürşit! Konuşur, cemaat dinler.( ya da dinler gibi görünür) merak edilen ve-ya anlaşılamayan konular üzerinde soru falan sorul- maz; böylesi bir gelenek tarihin derinliklerinde kalmıştır… Camide, herkesin huzurunda, ayağa kalkıp; soru yöneltmek, “Şurayı anlayamadım.” demek için yürek ister! Yine: Camilerimizde konuk ağırlamak, İslam’ın Medine döneminden sonra ihtiyaç duyulmadığından uygulama dışı kalmıştır. Sonuç: İletişimin; her eve, her odaya, her masaya ve hatta her diz üstüne kadar yaygınlaştığı bu çağda: Dini ve sosyal konuların, Diyanet Başkanlığınca tek merkezden halkımıza iletilmesi; hem birliği ve bütünlüğü sağla-yacak, hem de Özellikle Cuma ve benzeri dini günlerde camilerimizin yükünü en aza indirecektir…