Dinin muhafazası ve dinle beraber hayatın muhafazası dini yaşamaktan geçer. Yaşanmayan her bilgi, unutulmaya doğru gidip kaybolurken, yerine yanlış, hurafe ve batıl olanlar geçer. Artık yanlış, batıl ve sapkın olan her bilgi, gerçekmiş gibi algılanarak nesilden nesile aktarılarak devam eder.
Helak olan kavimlere baktığımızda dinin bozulma süreci, ilk önce, bilen o âlimler zümresinden başlamıştır. Onların tutumu, ya günahlara karşı “Susmak” ya da azıcık dünya menfaati adına gerçekleri “Değiştirmek veyahut saklamak” olmuştur. Dini yaşamamaları ve din üzerinden statü kazanıp zenginleşmeleri halkın, dine olan bağlılıklarını kopararak haramlara ve yanlışlara meyletmelerine neden olmuştur.
Dinin muhafazasında ve hayatın tanziminde en ana ilke, her şartta her mekânda ve her zamanda harama haram, helale helal diyebilmektir; gerçekleşen her vakaya, kalbi bağlılıklarımızı ve taraftarlığımızı bir kenara bırakarak, Allah-u Teâlâ´nın emirleri doğrultusunda bakabilmek ve değerlendirebilmektir. Bu anlamda helak olan kavimlere baktığımızda da bunların (Lut kavmi, İsrail oğulları…) içerisinde dünyevileşen ve korkan âlimlerin de günahlara karşı “SUS” olmaları ve hakikatleri saklayıp veyahut değiştirmeleri Allah-u Teâlâ´nın helak takdirinin başka sebepleri içerisinde yerini bulmuştur.
İnsanoğlunu yaratan, onu ruhen ve bedenen şekillendiren, belirli bir ömür süresince yaşatan ve sonra da öldürerek kendi katına alacak olan Allah-u Teâlâ´dır. Allah-u Teâlâ, insanı yaratmıştır ve “O, yarattığını bilmez mi? (Mülk Süresi-14) ayetine göre, insanı bilen, tanıyan ve ihtiyaçlarını karşılayıp onu eğitecek olan Allah-u Teâlâ´dır. Dolayısıyla insanın hayattaki tek amacı, Allah-u Teâlâ´yı tanımak, O´na yakınlaşmak ve O´na kulluk etmek olmalıdır. Bu da Allah-u Teâlâ´nın insanlara gönderdiği elçilerin vahiylerine kulak verip, onları yaşamakla olur. Kuran-ı Kerim ile düşünmeyenler ve Kuran-Kerim ile düşünenlerin peşinden gitmeyenler, akılları çelinmişlerin ve aklını başkalarına kiraya verenlerin ta kendileridir.
Allah-u Teâlâ´nın son kitabı ve bozulmamış tek vahyi ise Kuran-ı Kerim´dir. Bundan dolayı bizler, kendimize en büyük rehber ve en büyük yol gösterici olarak Kuran-ı Kerim´i rehber edinmek ve Kuran-ı Kerim´in tüm hükümlerine titizlik göstermekle yükümlüyüz. Dünya ve ahrette ki tek kurtuluş yolu budur.
Kuran-ı Kerim´in birçok yerinde Allah-u Teâlâ geçmiş kavimlerden bizlere bahseder. Şüphesiz bu bahsediş başıboş ve anlamsız değildir. Bunları masal gibi okuyup geçelim diye bizlere beyan etmemiştir. Peki, bu hatırlatıştaki amaç ve hikmet nedir?
Cevap şudur: Allah-u Teâlâ, Kuran-ı Kerim´in gönderiliş amacını, insanların düşünüp, geçmişten ibret almaya yöneltmek olduğunu bildirir.
”İşte bu Kuran-ı Kerim, uyarılıp, korkutulsunlar, gerçekten onun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirim bir duyurmadır.”(İbrahim süresi-52)
“Kendilerine önceki kuşaklardan nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bu gün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip durmaktadırlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır.”(Taha Suresi-128)
Eğer tüm bunlara İbret gözüyle bakarsak bu gün içinde bulunduğumuz toplumun bazı kesimlerinin de helak olmuş kavimlerden hiç de az sayılmayacak bir bozulma ve taşkınlık içinde olduğunu görebiliriz.
Gönderilen tüm peygamberler ve beraberindeki iman sahipleri hep kavmini uyarmış, kıyamet gününü haber vermiş ve onları Allah-u Teâlâ´nın azabı ile korkutmuştur ve hayatları da hep bu tebliğ üzerine geçmiştir. Ancak her defasında gönderildikleri toplumlar (ilahi emirlerin, menfaatlerine ve statükolarına engel olduğundan) onları yalancılıkla, maddi çıkar elde etmeye çalışmakla, fitne çıkarmakla, düzene baş kaldırmakla ve üstünlük peşinde koşmakla suçlamış ve onların anlattıklarını düşünmeden, kendi yaptıklarını yargılamadan ve yargılatmadan uyguladıkları sistemleri devam ettirmişlerdir. Bir kısmı daha ileri giderek müminleri öldürmeye, işkence etmeye, zindanlara atmaya ve toplumdan sürmeye çalışmışlardır.
Peygambere iman edip, itaat eden müminlerin sayısı ise her defasında ÇOK SINIRLI olmuş ve Allah-u Teâlâ yalnızca peygamberi ve ona inanların kurtarmıştır. Her seferinde senaryo hep aynı olmuştur. Her zaman batılın ve haramın taraftarı, hakkın ve helalin taraftarından çok olmuş ama gerçek zaferi, Allah-u Teâlâ er ya da geç müttakilere vermiştir.
Aradan binlerce sene geçmesine ve mekânların şekillerin teknoloji ve medeniyetlerin değişmesine rağmen bahsedilen helak olan toplum yapısında ve inkâr sisteminde değişen pek bir şey olmamıştır. Az önce vurguladığım gibi yaşadığımız toplumun bir kesimi Kuran-ı Kerim´de anlatılan kavimlerin tüm özelliklerini üzerinde barındırıyor. SEMUD KAVMİ gibi tartıda adaletsizlik yapanlar, rakamlarla oynayarak fiyatları düşükmüş gibi gösterenler ve kampanya adı altında milleti soyanlar, kandıranlar azımsanmayacak kadar var. Veya cinsel sapmaların doruğa ulaştığı LUT KAVMİNDEN hiç de aşağı kalmayan ve her fırsatta da bazı çevreler tarafından savunulan bir eşcinseller topluluğu var. Ya da en az SEBE KAVMİ kadar Allah-u Teâlâ´nın nimetlerine nankör ve isyankâr, İREM KAVMİ kadar verilen zenginliğe şükretmeyen, NUH KAVMİ gibi itaatsiz ve müminlere karşı alaycı, AD KAVMİ kadar sosyal adalete önem vermeyen zorba bir kitle var.
ÖZETLE; Toplumlarda dünyevi ne türlü değişiklikler olursa olsun, teknolojik yönden ulaşılan seviye veya edinilen imkânlar ne kadar üst seviyede olursa olsun hiçbir önem taşımamaktadır. Bunlar insanları, toplumları, milletleri ve ülkeleri Allah-u Teâlâ´nın azabından kurtarıcı değildir. Dünya ve ahiret azabından kurtaracak olan sadece Ahlaktır.Kuran-ı Kerim´de da bu gerçek şöyle anlatılır:
“Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve kendilerini imar (Yollar, şehirler, devasa kayadan binalar, hanlar, hamamlar, su kanalları, bağlar, bahçeler, mabedler, saraylar v.s) etmişlerdi. Peygamberleri de onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah-u Teâlâ onlara zulüm etmiyordu ancak onlar kendi nefislerine zulüm ediyorlardı.”(Rum Suresi-9)
MÜJDELER OLSUN!
ÇOĞUNLUĞUN DEĞİL, HAKKIN TARAFINDA OLANLARA!
Sevgiler ve saygılar…