Siz, sizler; yani bu satırları okumak zahmetine katlanan okurlar! Hiç karanlıkta ıslık çaldınız mı? Eminim çalmamışsınızdır. Çünkü: Karanlıklarda yürümek zorunda kalmamışsınızdır ondan… Ya da: Çok yürekli bir karakterin sahibi olarak korkmamış-sınızdır… Ben korktum. Bu nedenle gençliğimde çok ıslık çaldım. Antalya’nın, çam ağaçlarıyla bezenmiş yalçın dağlarının Ak Denizle kesiştiği sahil şeridindeki mağaralar-da tek başıma kamp yaptığım yıllar. Geceleri: Ağustos Böceklerinin susmayan senfonisi! Hırçın dalgaların kayalara çarparak çıkardığı korkunç sesler, Devasa çam ormanından yükselen ve insana ürperti veren hışırtılar… Korkmayıp da ne yapacaksın? Bildiğim tekmil duaları, yüksek sesle okur, aklıma gelen şarkıları, türküleri hançerem yırtılırcasına bağırarak söyler, sonra da yorgun düşüp uykuya yönelinceye kadar, dudaklarımı büzerek ıslık çalardım… 17 Aralık’ta gündeme “Güm!” diye düşen yolsuzluk operasyonlarına yönelik, “İkinci bir İstiklal Sava-şı!” verdiğimizi dile getiren Sayın Başbakanımızın telaşını da, ben bir korkuya bağlıyorum… Bu korkunun ne olduğunu da bilemiyorum. Sanki suçüstü yakalanmışların ruh halini yaşıyor; Orta Karadeniz’den, Batı Karadeniz’e, oradan Ege’ye; ufak çapta açılışlar bahanesiyle, birilerini halkımıza şikayet ederken, kendilerinin başarılı, çalışmalarını! Sa-yıp döküyor… Yollar yapmışlar, köprüler kurmuşlar, denizin altından tüneller açmışlar, hızlı tren ve dünyanın 3. Hava Limanı projeleri ve yeniden imar edilen İstanbul… Sanki 12 yıllık iktidarları yan gelip yatma yeriymişçesine! Başbakanımızın Allah’ı var, asla hakkını yememek lazım; konuşurken üslubu lisanı değil kendisini dinleyen halkı, yılanları bile deliklerinden çıkartıp, mesti meda eder… Atalarımız niçin demiş, kimin için demiş bilemem; “Çok laf yalansız, çok para da haramsız olmaz.” diye… Eh! Sayın Başbakanımızda herhalde çok para yoktur; çok laf da işte…! Ekonomi konusunda: “Türkiye’nin başarıları, başta İsrail olmak üzere, AB’yi ürkütmeye başlamış, kıskanmışlar; çözümü maniple etmekte bulmuşlar. Faiz lobileri, yerli işbirlikçiler, abartılı ope- rasyonlarla sürece çivi koyuyorlarmış…” “27 Milyar Dolarla devir aldıkları Merkez Bankasının kasasında, şimdi tam tamına 137 Milyar dolar bulunmaktaymış, devir aldıkları 23,5 Milyar dolarlık IMF borcu ödemiş, şimdi borç verir hale gelinmiş. İşte mesele buymuş; Türkiye’nin ekonomik başarılarını çekemiyorlarmış, Vb…” Başbakanımın bu derin bilgilendirme gayretlerine karşılık, yenemediğim merakımın güdümüyle, ufak çapta bir araştırmaya giriştim. Ekonomist Öztin Akgüç’ ün, Türkiye İstatistik Kurumu, Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı verilerine dayanarak yazdığı makalelere baktım. Örneğin: 2002’de dış ticaret açığı, yani satın aldığı-mızla, ihraç ettiğimiz malların dolar olarak arasındaki fark 15,5 Milyar iken, 2013 de yaklaşık olarak, 98 Milyar’a çıkmış… Yani: 12 yılda satın aldığımız mallara ödediğimiz, sattığımızdan Altı kat fazlalaşmış. Keza: 2002’de cari açığımız 0,6 Milyar iken, 2013 sonuna doğru 59 Milyar Dolara fırlamış… Tüm bunların sonunda: Dış borç durumumuz: 2002’de, yani Sayın Başbakanımızın iktidar olduğu yılda; geçmiş hükümetten de-vir aldığı toplam dış borcumuz, 130 Milyar iken, 2013 de 360 Milyar Doların üstüne fırlamış… “Borç, yiğidin kamçısıymış, Ye Mehmet ye!” Görüleceği gibi ekonomide değirmen, hep taşıma suyla, yani sıcak parayla döndürülmüş, bu sıcak para da bildiğimiz faiz canavarıdır; fazla vermezsen gelmez… Başbakanımızın ballandıra, ballandıra anlattıkları güçlü ekonomimizin omurgası meydanda… Oysa: Güçlü ekonomiye sahip ülkelerde bazı göstergeler vardır ki; bunlar olmaz ise O ülkenin ekonomisi saman alevine benzer… Örneğin: 1- Gerçek ve istikrarlı yüksek büyüme hızı. Bizdeki çok düşük; %3 gibi… 2-Yeterli döviz stokları. Bizde faiz karşılığı gelecek sıcak paraya dayalı; küçük bir tetiklemeyle jet hızıyla geldiği yere döner, garantisi yoktur. 3-Dış ticaret ve cari işlemler fazlalığı. Bizde aksi; her zaman artan cari açık… 4-Büyük sanayiye yapılan yatırımların çokluğu. Bizde, hep hizmet sektörü önceliği olan yatırımlar: Yol, köprü Vb ulaşım alanları… Üretim sektörü her yıl geri-ye gidiyor. 5-Dünya piyasalarında isim yapıp aranan marka olmuş ürünlerimiz. Biz de Var mı? 6- Kaliteli eğitim ve yetişmiş yeterli insan gücü. Biz-de yetişecek dindar ve kindar nesilden bahsedilmiyor… 7- Uygulanan ekonomik model. Bizde bilimsel manada bir model yok. Yani: “Sistem ekseriyet rejim dikta…” Olsa, olsa; hak edilmeyen bir lüks tüketim savurganlığına dayalı ha babam sistemi… Sonuç: Sadece iç hareketlerden toplanan vergilerle bir ülkenin bırakın kalkınmasını, ayakta duracak hali kalmaz… Hele, hele bir de, ülkemizde var olan enerji kaynaklarını, verimli hale getiremeyip sürekli dışa bağımlı kalıyorsak: Kim ne derse desin, kim ne kadar aji-te ederse etsin; bu, Sayın Başbakanımız bile olsa, Sayın Demirel’in deyimiyle “Abesle iştigaldir” Sayın Başbakanımız k