Bir kervan Bağdat yönüne doğru ilerlerken yolda Veba’ya rastlar.
Kervanbaşı Veba’ya, ‘‘Sen niye Bağdat’a gidiyorsun?” diye sorar.
Veba, “5 bin kişinin canını almak için” diye yanıt verir.
Aradan zaman geçer, Bağdat’tan dönen kervan dönüş yolunda yine Veba’ya rastlar.
Kervan reisi Veba’ya, “Bana yalan söyledin.
5 bin kişinin canını alacağım dedin.
Ama sen 50 bin cana kıydın” diye bağırır.
Veba, bunun üzerine şu yanıtı verir:
“Ben 5 bin kişiyi öldürdüm.
Geri kalanı korkudan öldü.”
Korkunun ecele faydası yok, derler.
Bunu bildiğimiz halde korkarak yaşamamızın nedeni ne?
Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır.
Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür.
Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok.
Onu eski haline döndürür.
Ve der ki, “Sen cesaretsiz ve korkak birisin.
Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardım edemem.”
Shakespeare, bu konuda şöyle diyor: “İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor…
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”
O kadar çok korkuyoruz ki, korkularımızdan yaşamaya zaman kalmıyor.
Oysa mutluluk, eyer vurulacak bir at değildir.
Garantisi yok, süresi yok.
Onun için mutluluk yakalandığında, korkmakla vakit kaybetmek yerine, onu değerlendirmek gerek.
Ama bunu kaçımız başarıyor?
Kaçımız, “Bugün mutluyum. Tadına varayım” diyebiliyor?
“Mutluluğu tatmanın tek yolu onu paylaşmaktır, çünkü mutluluk ikiz olarak doğar.”