Mavi Marmara şehitleri anısına… Mavi Marmara baskınının üzerinden tam üç yıl geçti. Üç yıl önce Mavi Marmara’yı uğurlayanlar arasında ben de vardım. İçimde biraz hüzün, biraz cesaret, biraz huzur kırıntısı vardı. Bu duygular içinde geminin kalkışının her saniyesini her ayrıntısını belleğime kazırcasına izledim. Gemi limandan ayrılırken sanki hiç dönmeyecekmiş gibi bir hisle marşlar, ilahiler eşliğinde uzun uzun el salladım. O an bir şeyler mırıldanıyordum, şimdi hatırlamıyorum neydi? Dua mı, ayet mi, çalan marşa gayri ihtiyarı eşlik mi? Kendimi tutamadım, gözlerim yaşardı. Yanımda öğrencilerim vardı, onlara belli etmeden elimdeki Filistin bayrağına sildim gözyaşlarımı. Hani derler ya bayrakların rengine şehitlerin kanı sinmiş, diye. Sadece şehitlerin kanı değil, geride kalanların gözyaşları da siniyor bayraklara. Güvertedeki yiğitlere, gemiye sırayla binenlere şöyle sırayla uzun uzun baktım, çok kişi vardı. Tanıdık bir yüz aradım, bulamadım ama sanki hepsini önceden tanıyor hissi uyandı içimde. O kalabalıkta beni görmeseler de gülümsedim, el salladım hepsine. Elveda, yolun açık olsun, acaba dönüşünü görebilecek miydik? Aklıma pek çok şey geliyordu. Mavi Marmara, denizin mavi sularına mı gömülecekti? Mavi Marmara hep mavi mi kalacaktı, yoksa kızıla mı bürünecekti? Allah esirgesin. Mavi bir günde, mavi bir kubbe altında, mavi bir denizin kenarında, mavi hülyalarla uğurladık Mavi Marmara’yı. Mavilerle dolu bir günde Halit Ziya’nın “Mai ve Siyah” ı aklıma geldi. Mai ve siyahın çatışması şimdi de mavi ve kızılın çatışmasına mı dönmüştü? Mavi mi, kızıl mı galip gelecekti? Mavi Marmara, mavi ufuklarda düdük sesleriyle uzaklaştı, uzaklaştı… gözden kayboldu. Biz hala arkasından bakıyorduk nedense? Sanki tekrar dönecekmiş gibi. Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”si değil, mazlum halkın Mavi Marmara’sıydı bu. Artık demir almak günü gelmişti bu zamandan; fakat meçhule değil, özgürlüğe gidiyordu bu limandan. Bu gemiye mendil sallayan, el sallayan da çoktu, bu geminin yolcusu da... Rıhtımdakiler bu seyahatten elemli değil umutluydu. Ufuklar hiç siyah olmadı Sarayburnu’nda, hep maviydi. Bu gemi son gemi de değildi, biçare de. Çareydi çünkü gönüllere. Bu rıhtımda nafile bekleyen de yoktu, sevenler ve sevilenler umutla bekleyeceklerdi gidenleri. Elbette dönenler olacaktı, belki bazıları dönmeyecekti, kim bilir? Gidenler memnun muydu bu seferden? Hepsi de memnun görünüyordu ama yine de döneceklerdi. Bu gemi dönecekti ve dönmeliydi de çünkü bu gemide bütün dünya halkları vardı. Nuh’un kurtuluş gemisiydi mazlumlar için. Bu duygularla İnegöl’e geri döndük. İnegöl’den üç ağabeyimiz de gitmişti. İlyas Hoca, Varol ağabey ve Fikret ağabey… yolunuz açık olsun. Ve Mavi Marmara’nın baskın anını canlı canlı izledik sabah namazı vakti. Ufkun kızıla çaldığı bir anda Mavi Marmara da kızıla dönmüştü. Zalim zalimliğini yapmıştı yine. Savunmasız insanlara komandolarla saldırmışlardı acımasızca. Gurur duyun insanlıktan nasip almamış, insan görünümlü mahlûklar. İnsan olan sizi görünce insan olmak-tan utanç duyar. Elinde silah olmayan hatta kendini savunamayan on dokuz yaşındaki genci vuracak kadar vahşileşmiş modern dünyanın modern zalimleri. Irak’ta, Afganistan’da, Gazze’de yaptığınız gibi şehitlerin üzerine ayağınızı koyun da poz verin dünyaya utanmadan. Belki gurur duyarlar bu korkakça saldırınızdan. Ertesi gün ortalık karıştı, bütün dünya ilk defa bu derece ayaklandı zalimin yaptığına. Protestolar, mitinler, basın açıklamaları, bakanların, başbakanın tepkisi… Neler oluyordu ve neler olacaktı? Sonunda dokuz kişi hariç diğerleri sağ salim döndüler. Üzülsek mi sevinsek mi, kızsak mı ağlasak mı? Karmaşık duygular vardı herkesin yüreğinde. İlyas Sağlam Hocanın bir cümlesi aklıma geldi: “Biz sıradan bir yardım faaliyeti yaptığımızı sanıyorduk fakat ne büyük bir iş yapmışız.” Evet, büyük iş yaptınız. Tarih bu olayı unutmayacak hiçbir zaman. Mavi Marmara mazlumun sesi ve eli oldu artık, Allah sizin elinizle mazlumun elinden tuttu. O gün verdiğimiz dokuz şehidin feryadına gök kubbe, melekler şahit olsun, Mavi Marmara şahit olsun, Akdeniz’in mavi sularına akan kızıl kan şahit olsun ve bütün dünya şahit olsun kimin mazlum kimin zalim olduğuna. İbrahim Bilgen, Ali Haydar Bengi, Cevdet Kılıçlar, Çetin Topçuoğlu, Necdet Yıldırım, Fahri Yaldız, Cengiz Songür, Cengiz Akyüz ve Furkan Doğan... -Nerede? -Burada! -Çünkü: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bi- lakis onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara 154)