Son bir haftadır içimden hiç bir şey yapmak gelmiyor. Durgunum, huzursuzum, sessizim, (KORKUYORUM) ve daha sayamadığım bir çok olumsuz duyguyu aynı anda yaşıyorum. Tüm bunların nedeni yaşadığım bir aşk acısı değil, vatanımı kaybetme korkusu. Belki de fazla paranoyak davranıyorum, kim bilir belki de yersizdir endişelerim ki, öyle olmasını umuyorum. Peki ya ülkenin dört bir yanında sokaklara dökülen ve sayıları yüz binleri bulan insanların endişeside mi yersiz? Bindik bir alamete gidiyoz kıyamete... Tüm halkı her geçen saat halden hale sokan, yaşanan üzücü olaylarla içimizi burkan Taksim Gezi Parkı direnişinin akibeti hakkında herkes farklı görüş bildiriyor. Kimileri sonunu kıyamet olarak nitelendirirken, kimi sonu selamet sözleriyle bizlere umut ışığı oluyor. Bana gelince, ben fikir yürütmek yerine Allah’tan hakkımızda hayırlısını diliyorum. Hayırlısı diyorum, çünkü son günlerde yaşanan olaylarda hayırlı olan hiç bir şey göremiyorum. Göre bildiğim tek şey, Taksim Gezi Parkında demokratik haklarını aramak üzere direnişe geçen Türk halkının uğradıkları haksız saldırı, olaylarda yaralanan yüzlerce yaralı ve en kötüsüde hayatını kaybeden vatandaşlarımız. Şimdi sormak gerekiyor.. Ne oldu da masum başlayan bir eylem tüm Dünyanın gözlerini üzerimize çevirmesine neden oldu? Dananın kuyruğu Taksim gezi parkında koptu.. İnsanlar eteğinde biriktirdiği taşları birer birer dökmeye başladı. Meğer ne çok dolmuşuz millet olarak, neleri sineye çekmişizde susup, susup oturmuşuz. Ve en acısıda biz ne çok kin biriktirmişiz içimizde bir birimize karşı... Yıllarca böyle bir günü beklemişiz karşılıklı bir birimize sövmek için... Alkol alana sarhoş, sarhoş diyene yobaz etiketini yapıştırdık. Büyüklerin yaptığı çocukça kavgalara Polisin sert müdahalesi ve hükümetin duyarsız tavırları eklendi. Sonuç mu?... Halk arasında endişeli bekleyiş, eller semaya kaldırılmış vatanlarının refahı için dua eden büyüklerimiz ve çocukların büyük korkularla ebeveynlerine yönelttiği soru; “Anne savaş mı çıkacak?” Aslında aynı soruyu biz büyüklerde içimizden geçirmedik değil; Çocuklarımızın sorusunu yanıtlarken, bir nebzede kendi içimize su serpiyoruz.. Bu ülke sahipisiz değil, elbet Devlet Babamız her şeyden önce evlatlarına sahip çıkarak tüm aileyi bir arada tutmaya çalışacak. Önce küçük bir özür dileyecek ardından başlatacağı projeyi “evlatlarımdan da-ha iyi değil ya” diyerek vazgeçecek.. Bizler evvela kendimizi, sonrada çocuklarımızı bu hayalle avuturken, hükümet cephesinden ilginç bir mesaj geldi. Devlet baba çocuklarına inat yaparcasına geri adım atmayacağını, üstüne üstlük kavga eden yeni yetme gençler gibi “bizim evlerde zorla tuttuğumuz yüzde 50 var” sözleriyle sokaktakilere alanen meydan okudu. Böylelikle anladık ki biz Türk halkının despot, dediğim dedik diktatör bir babası var.. Başbakanın yüzde elli dediği kesim kimlerdi peki? Yüzde ellilik kesim bizim kapı komşumuz, akrabamız canciğer dediğimiz dostumuz, bizim insanımızdır. Bugun bir torba kömüre oy verdiler diye kızdığımız ülkenin yoksul halkıdır. Türk halkının çoğunluğunun İslamiyet olan dinlerinin gereği gibi yaşanmadığını düşünen ve bunu layıkıyla yaşamanın tek yolunun şimdiki hükümet olduğunu düşünen kesimdir. Yazar kimliğimle değil de bir Türk vatandaşı olarak kısa bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Devleti olmayanın Dini de olmaz. Unutmayın; yaşadığımız bu zor günler ülkemizde gözü olan dış güçlerin ağızlarının salyalarının aktığı gündür. İçinde bulunduğumuz kargaşayı fırsat bilip topraklarımıza çökmesi an meselesidir. Ve bu an millet olarak her şeye rağmen birlik ve beraberliğimizi sıkı tutma zamandır. Şimdi soruyorum; Var mısınız ülkemizi ayakta tutmaya...