Nasıl ağlamayayım ki:Bunca yıldır, benliğimi sarmış; gururla, coşkuyla kutlamaktan keyif alıp, onur duyduğum ulusal bayramlar artık yok…

Nasıl ağlamayayım ki:
Bunca yıldır, benliğimi sarmış; gururla, coşkuyla kutlamaktan keyif alıp, onur duyduğum ulusal bayramlar artık yok…
Elbette tarihin sayfalarından onları silmek olası değil. Çünkü onlar atalarımızın alın teri ve şehit kanlarıyla adeta kazınarak yazılmış, ebediyete kadar nesilden nesile onur belgesi olarak aktarılacak menkıbelerdir…
Ama:
Her ne hikmetse, ülkemizde her şey halledilmiş de, sıra ulusal bayramların yeniden nasıl kutlanacağına gelmişçesine halktan kopuk, sadece devlet ricalince göstermelik, yalın bir törenle geçiştirilmeye çalışılmaktadır…
Belli ki:
O mübarek milletin, yeniden var oluşunun temel taşları olan ulusal günler, birilerini anlaşılması güç bir şekilde rahatsız etmektedir…
Belki:
Niçin kovmuşlar emperyalistleri! Neden son vermişler padişahlığa! Niçin kaldırmışlar hilafeti! Ve niye kurmuşlar cumhuriyeti! Diye, dün vatan için kan akıtıp can veren yurtseverlerin ruhlarına, öfke ve kinle beddua okuyup, intikam peşindeler…
Bilinmez, bilinemez... İnşallah yanılıyorumdur… 
Oysa:
Bu gün halktan uzaklaştırmaya çalıştığımız ulusal günlerin ana kaynağı olan Türk Ulusal Kurtuluş Hareketi: Tüm dünyada ezilen, müstevlilerin esaret zinciri gergisinde inim, inim inleyen onca mazlum ulusların umudu olmuş, genç Türkiye Cumhuriyeti, tüm dünya ulusları karşısında saygın bir konuma yükselmiştir…
Örneğin:
Daha dün denilebilecek kadar yakın bir tarihte, Fransız müstemlekesine karşı bağımsızlık savaşı verirken şehit düşen Cezayirli gencin cebinde, Mustafa Kemal’in fotoğrafı çıkmıştır…
Keza:
Amerika Emperyalizmine ve O’nun kuklası olan diktatöre karşı mücadele veren Küba Halkı, Yine Mustafa Kemali ve O’nun eseri olan Türk Kurtuluş savaşını örnek almıştır…  
Ama ne acıdır ki:
Emperyalizme ve köleliğe karşı bağımsızlık savaşı veren, gerek Küba ve gerekse Cezayir halkının değil, Fransızların ve Amerikalıların yanında yer alıp, adeta geçmişimizi inkar etmişizdir…
Anlaşılır gibi değil…
Ulusal günlere duyarlı bir kesim yurttaşlar ve kurumlar çelenk koymak, günün anısını yaşatmak saygı duruşunda bulunup, emeği geçenleri rahmetle anmak, yad etmek istiyor; mülkü erkan: “Koyamazsın, kutlayamazsın!” diyor.
Neden?
Yürütme erkinin kararı; yani emir büyük yerden…
Haydaaa! Polisle halk itiş kakış; ayıkla pirincin taşını ayıklayabilirsen…
Büyük tehlike! Halkla devlet çatışması… Allah korusun… Bu bizlere yakışmaz…
Zaten, bıçağın sırtında cambazlık yapıyoruz bölgemizde: Atatürk’ten yadigar, Cumhuriyet Türkiye’sinin düsturu olmuş” Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi; neredeyse Yurtta Savaş, Cihanda Savaş şekline dönüşmek üzere…
Bir de devletle halk birbirine girerse, sansarların ekmeğine yağ sürmüş oluruz…
Zaten:
Dünyada bize güvenebilecek, dostumuz diye sarılabileceğimiz bir ülke var mı?
Bakın hele!
Ülkemizin Doğusunda ve Güneyinde dost olduğumuz ülke kaldı mı?
Sayın Dışişleri Bakanımızın “Sıfır sorun” stratejisinden, nerede ise ”Sıfır barış” girdabına doğru sürüklenmekteyiz…
Yaman adam şu bizim Dışişleri Bakanımız, iyi yetişmiş, çok iyi yetiştirilmiş birilerince! Türkiye’yi yörüngesinden çıkarıp bilinmezlere götürsün diye..
Ben ağlamayayım da başka kimler ağlasın…
Ülkem:
Geçmişinden uzaklaştırılıyor; öğünç ile andığım kurtuluş ve zafer günlerimin tarihleri, zihnimden ağır, ağır çıkarılıp geçmişimle bağım koparılmaya çalışılıyor…
Öte yandan:
NATO dahil, hiçbir yabancı kurum ve devletin, artık bize güvenmediği gözden kaçırılıyor…
Stratejik Ortağımız Amerika mı?
O’nu geçiniz; O bize, sadece sözünden çıkmadığımız sürece dosttur…
“Kubura süpürmeyip, halen kullanmasından anlamıyor musunuz!”?
Ağla gönül ağla! Gayri gülmek senin için mazide kaldı…