Hey gidi günler hey! Çocukluğum: 1947 de başlayıp 1952 de tamamladığım İlkokul yılları… Antalya Şehri’nin kenarına iskan edilen Girit Göçmen evlerine komşu bir gece kondu da yaşamaktayız; elektrik yok, su hak getire… Adı Cumhuriyet olan, Üç öğrenim yıllı bir İlkokul; tek şerefeli, tek minareli semt camisinin yanında… Bu okullardan mezun olanlara okuma yazma öğrendiğine dair, adına şahadetname denilen bir belge verilirdi. Bu belge ile, isteyen şehir merkezindeki Beş Yıllık ilkokullara kaydını yaptırarak öğrenimlerine devam edebilirlerdi. Böylesi bir ortamda geçen yıllar arasında heyecanını halen unutamadığım olayların başında hep 23 Nisan Bayramları gelir… Bir Nisan Şakalarıyla başlardık bayram kutlama hazırlıklarına… Öğretmenlerimiz, 23 Nisan tarihinin önemini çocuksu beyinlerimize öylesine mükemmel işlemişlerdi ki; yeni bir milletin doğuşunu, yeni bir devlet çatısının inşasını, göğsümüz kabararak, gururla dinler, hepimizin birer Mustafa Kemal oluşumuzun hayaliyle yaşardık… Bayram günü yaklaştıkça heyecanımız doruğa çıkar; “En güzel gösteriyi biz yapacağız, en iyi yürüyüş bizimki olsun” diye çok büyük bir özen ile arı gibi çalışırdık… Yıllar sonra öğretmen olunca, aynı heyecanı öğrencilerimle paylaşıp, onlarla üç ulusal simgemiz olan 29 Ekim Cumhuriyet, 19 Mayıs Gençlik ve 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramlarımızı büyük bir, titizlik ve coşkuyla hep kutladık… Ülke genelinde tüm okullarımızda, öğretmen ve öğrencilerimiz Üç Dört Yıl öncesine kadar, ülkemizin bu temel taşlarının anısını titizlik ve disiplin içerisinde yaşamak ve yaşatmak gayreti içinde olduklarına hep tanık olduk. Ama: Son Üç Yıldır, aklımın ermediği, içeriğini asla kavrayamadığım nedenler sonucu, içlerinde 23 Ni-san Milli egemenlik ve çocuk Bayramımızda olmak üzere, ulusal bayramlarımız halkın ilgi ve bilincinden uzaklaştırılıp, sadece sıradan birer devlet töreni olarak geçiştirilmeye başlandı… Zamanla belli ki, bunlar da devlet kurumları için angariye olarak görülecek, sonra da unutulacak ve unutturulacak… Tabii ki halkımıza da… Ya sonra? Yerine neler konulacak? Mesela… Her ne ise geçelim: Bu hafta Ulusal Egemenlik ve Çocuk haftası.Türk çocuklarına Atası tarafından armağan edilen ve dünyada benzeri olmayan, bir kutlu günün yaşatılacağı hafta… Bundan önce de İslam aleminin önderi Hz Muhammed’in anısına devletimizce gelenek haline getirilen “Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerini izledik. Emeği geçenlerden Allah razı olsun. İslam aleminde dini en iyi şekilde algılayıp uygulayan rehber ülkeyiz. Dünya İslam Devletlerinin hiçbirinin akıl edemediği bir konuyu göz önünde bulundurup yılda Bir Hafta da olsa, Yüce Peygamberimiz-le beraber olmak, dinimize ne kadar sadakat içinde olduğumuzun bir kanıtıdır… Her ne kadar Peygamber Efendimizin dünyayı şereflendirdikleri gün, İslami takvime göre 36 Yılda bir Nisan Ayının son haftası içine denk gelse de: Sağ olsun din büyüklerimiz bu konuda büyük bir yenileşme örneği göstererek, konuyu Miladi Takvime adapte ederek sabitleştirdiler… Bunlar güzel şeyler de, neden Nisan’ın son haftasına denk düşürülmüş, konu hakkında bilgim olmadığı için onu merak ederim… Darısı diğer dini günlerimizin başına… Örneğin: Ramazan ayı, Kasım ya da Aralık aylarına sabitlense, Oruç İbadeti adına, müminler için yaman kolaylık olur diye düşünürüm… Ne ise bunlar benim haddimi aşar; bu işi uzmanlarına bırakıp, asıl konumuza dönelim. Hepimizin yaşayarak görüp öğrendiğimiz gibi, doğan her çocuk, süreç içinde, çeşitli aşamalar sonucu gelişip büyüyecek, adam olacaklar… Bu günün çocukları yarın, şu anki büyüklerin görevlerini devralacaklar… Bu nedenledir ki: 23 Nisanlarda devlet kademelerindeki çeşitli makamlara, sembolik de olsa çocuklarımızı oturtarak geleceğe hazırlamak bence çok güzel düşünülmüş bir uygulamadır… Beğenmediğimiz, yaramazlığıyla, tembelliğiyle, giyimi ve hatta burnundaki akan sümüğüyle hor karşıladığımız, insan yavrusunun yarınını bilemeyiz ve şimdiden kestiremeyiz… Yıllar sonra O beğenmediğimiz afacan karşımıza öyle bir konumda çıkar ki, şaşar kalırız… İstisnasız; tüm eğitim hizmetkarı öğretmen arkadaşlarım, aynı olguyla mutlaka yüz yüze gelmiştir… Ben geldim, hem de çok… Bir iki örnek vereyim: Atölye eğitiminde kulaklarını çeke, çeke uzatıp ensesinde boza pişirdiğim, Muhittin Tanoğlu, yıllar sonra karşıma İnegöl Belediye Başkanı olarak çıktı… Odasına kapısını vurup ceketimi ilikleyerek girdim; makama saygımdan dolayı ve gurur duyarak… Burhan Orhan… Milletvekilliği göreviyle ülke yönetiminde söz sahibi oldu. Gördüğüm yerde; şayet oturuyorsam, ayağa kalkıp saygı duydum… Dahası: Kendi alanında büyük başarılara imza atan onlarca, yüzlerce öğrencilerim var ki: Bunlar, dün çocuktu şimdi ise büyükler, hem de çok büyümüşler… Sonuç olarak söylenmesi ve bilinmesi ve de üzerine hasiyetle durulması gereken konu şudur: İster aile içinde, ister eğitim ve öğretim safhasında: Çocuk ve gençlerimizi, Her yönüyle mükemmelin üstünde yetiştirmeliyiz ki; gerek fizik olarak, gerekse bilgi ve yetenek olarak bizlerden çok üstün olsunlar. Olsunlar ki: Ülkemizin geleceği daha güvenli, daha aydınlık olsun… Unutmayalım ki: Her çocuk gizli bir değerdir, O’nu keşfetmesini ve işlemesini iyi bilelim… Çare ise: 1. Eğitim 2. Eğitim 3. Yine Eğitim; ama çağın ihtiyaç duyduğu sağlıklı eğitim… Tüm çocuklarımızın şahsında, halkımızın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun…