Hamd bütün varlıkları yaratan âlemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur. Dua/salât ve selamlarımız Allah’ın Resullerinin ve Nebilerinin üzerine olsun.
Değerli okuyucularım! Sosyal medyada ve televizyonlarda mazlumlara ait her gün defalarca karşımıza çıkan iç parçalayıcı görüntüleri günlük koşuşturmacalarımın arasında aşk ve şevk ile izledim ya da klasikleşmiş bir hareketle namazımı kıldım, yattım, kalktım, oturdum ve ellerimi açtım semaya, “Ya rabbi, sen yardım et kardeşlerimize, mazlumlara, muhtaçlara!” dedim. Sen, ama sen, ben değil, sen yardım et. Dilenen insanlara söylediğimiz gibi ben değil, Allah’ım sen yardım et. “Ben meşgulüm, yoğunum, vaktim yok, işim çok, rahatım yerinde, benim derdim bana yeter. Asıl muhtaç benim, ya Rab bana ver. Zengin olayım senin yolunda sınırsız harcayacağım.” vs., vs. başlangıcından sonun nasıl geleceğini aslında belli olan ve her namazda defalarca tekrarlanan bir dua.
Dua; Allah’a iş yaptırmak değil, iş yapmak için Allah’tan güç istemektir.
“Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın. Kâfirlere gelince onlar zalimlerdir.” (Bakara 2/254) Derken Cenab-î Allah, böyle bir gün gelip çatacağını, hakiki manada kabul eden, zihnine kazıyan bir Müslüman nasıl olurda yardım etmenin, harcamanın sadece ve sadece Allah’a ait olduğu gafletine katılabilir ki? “Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara, onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır, onlar ki niyetleri sadece görülüp takdir edilmektir. Üstelik onlar, (İnsanlara) en ufak yardımı bile reddederler.” dediği Maun suresinde, kim Allah aşkına? Birileri var ve bu birileri namaz kılıyorlar. Yani Müslümanlar, yani bunlar Allah’ın vermiş olduğu sorumlulukları yüklenmeyi kabul etmişlerdir. Yani bunlar iman iddiasında bulunmakla inanmayanlardan, gerçeğin üstünü örtenlerden farklı olduklarını deklare etmişlerdir. Ya da biz öyle sanıyoruz. Haydi, bizi kandırıyorlar, kendisini de kandırıyorlar, ya Allah’ı nasıl kandıracaklar, kandıracağız; Haşaa?
Umurumuzda bile değil kendimiz dışında hiçbir şey hassasiyetimiz, hissiyatımız. Çünkü rahatımızın bozulmasını istemedik. Cebimizden bir kuruşun çıkmasını istemedik. Zamanımızdan bize ait olan hiçbir şeyden feragat etmek istemedik. Bırakalım bahaneleri, mazeretler arkasına sığınmayı. Kabul edelim; biz, biz olmadık ki yüz yıllardır, adam olabilelim, yapılan fiili dualarımızın ateşinden kavrulsun dünya. Korksun batı! Müslümanlar haksızlığa karşı haykırdığında!
Ne zaman kurtulacağız bir yerde bir yanlış varsa en sonuncusunu yapmaktan. Ne zaman işten eve, evden işe mekik dokuyarak sadece ve sadece eşlerimizin takdirini kazanma kaygısından vaz geçeceğiz? Ne zaman maaşı aldığımızda aybaşı geldiğinde, “Ya kardeşim, bir bankadan alıyorum, öbür banka da ki borcuma yatırıyorum, elde avuçta bir şey kalmıyor.” Serzenişlerini sürdürmekten? Ne zaman ev ile iş arasında mekik dokumaktan kurtulup gecemizi gündüzümüze katarak, hangi coğrafyasında olursa olsun bulmamız gerekenleri arayıp bulacağız? Bulmak için gitmek şart değil, gidenlere yakıt olmak gerek.
Ve işin enteresan diğer bir yanı da öyle bir devirde yaşıyoruz ki, “Muhtaç, mazlum, mağdura ben nasıl ulaşacağım ki?” bahanesini ortadan kaldıran ve ayağımıza kadar gelen birçok yardım kuruluşu var etrafımızda.
Zaman ilerliyor, hüsrana uğrayanlardan olmamak adına bir şeyler yapmalıyız. Elimizden bir şeyler gelmeli. Ya da ellerimizi semaya kaldırarak, insana şah damarından daha yakın olan kendinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’a yalvaralım.
“Rabbimiz! Bizim günahımızı ve işlerimizde ki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sabit kıl, kafirler güruhuna karşı da bize yardım et!” (Ali-imran 3/147)
Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz.” (Âraf 7/23)
Son söz, Ya Rabbi, İman iddiamızı amelimizle makbul eyle!..