Evet can milletim! Ben bir zamanlar ben iken, bir şiir okuyasım geldi, hanım memleketinde kalabalığa karşı; şöyle hamasi kokan: “Minareyle süngüyü, kubbeyle mihveri, cemaat ile askerleri” birbirine karıştıran… Sıradan bir şiir işte… Sen misin okuyan? “Milleti ayaklanmaya hazırlayıp sivil darbe yapacak diyerekten” palaz pandıras soktular kodese beni… (O zamanlar şükür Ergenekon yoktu.) İyi mi? İyi oldu tabii! Yattık içerde çok kısa olsa da. Tarihe geçmiş çoğu büyük adamlar gibi biz de kısmetlendik o çilehaneden… O sıra: Okyanus ötesinden kulağıma gelen, ilahi olmayan bir ses; “Yürü ya dostum, kim tutar seni…” deyince, kalkıp hazırlandım. Önce sırtımdaki kirlenmiş “Milli Görüş” gömleğimi çıkarıp kendi ellerimle yıkayıp ütüledim ve valizimin en altına, gereğinde tekrar giyebilmek umuduyla yerleştirdim… Şimdi, sırtımda yepyeni, albenisi cav cavlı bir gömlek vardı; göstermelik tabii… Her tarafım vıcık, vıcık uygarlık yağına batmış demokrasi kokuyordu… Bindik rotası Doğu olan bir trene: O’nun içinde son hızla koşuyordum batıya; koş babam koş. Lakin, ulaşmak ne mümkün… Dünya alem, beni batıya koşuyor sanıyordu; oysa benim beynim, halen çıktığım yerde yatıyordu… Kin ve intikam… Uzatmayalım: Devlet kuşu gelip kondu başımıza. Soluğu Beyaz Saray da aldım; kıpkırmızı halılar üzerinde keklik gibi sekerek, Başkan Bush’un rahley-i tedrisinden geçip, dersimi iyice ezberledikten sonra yurda döndüğümde; arkamda kapı gibi stratejik bir müttefikin varlığıyla kolları sıvadım… Ama toydum. Çünkü bu tip işlerde henüz çıraktım… Amerikalı dostlarımın benden birinci isteği olan, Irak’a bizim sınırlarımızdan girme iznini meclisten geçiremedim… Birinci denemede sınıfta çakmıştım. Benim stratejik dostlarıma ayıp olmuştu. Çok kızdılar tabii. “Kubura süpürülmekten” vefalı dostlarımın sayesinde son an-da kurtuldum… Bu hatamı telafi etmek için kolları sıvadım. Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanlığı sorumluluğunu da kapınca, her yol “Roma” idi benim için… Dostlarım Irak’ı yerle bir ettiler; Saddam’ı astırdılar, görmedim. Suçlu suçsuz, Bir Milyon Iraklı insanı, çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç, demeden katlettiler ve halen de devam ediyorlarmış; ben duymadım… On Bir Türk Subayının başına çuval geçirip, kosko-ca bir milletin onurunu ayaklar altına aldılar, tınmadım… Çünkü bunlar, benim amacım için, ufak tefek kazalardı, hafif sıyrıklarla atlatıp yolumu devam ediyordum. Neydi amacım? Sünni inanca dayanan bir İslam devletin yolunu açmak, dünya Müslümanlarına rehber olmak… Bunun içinde: Yaşadığım topraklarda yolumun üstündeki, dikenlerin kökünü kazıyıp bir daha filiz vermemek üzere ortadan kaldırmak gerekiyordu… Kolları sıvadım. “Adalet mülkün temelidir” derler; neden benim temelim olmasın? Artık mülk bendim; Milli İrade bana vermişti tüm yetkisini… Bir gece yarısı; uykulu gözlerin mahmurluğunu fırsat bilerek, “Gizli Tanık Yasasını” çıkarttım. Arkadan bir referandumla, dışı nane şekerli hapı millete yuttura-rak, faşist 12 Eylül Anayasasını değiştiriyoruz şatafatıyla, tüm adalet çarkını kendime bağlayıverdim, hem de necip milletimin oylarıyla… Bu uğurda: Yetmez ama “Evet” diyen aydınlarımızın da! katkı-ları vardır. Unutulmaz; hepsi sağ olsun muhteremlerin. Sonrası kolay oldu tabii… Gizli tanıklar bülbüller gibi şakımaya başlayıp, hayali senaryo ürünü belgeler, benim savcılarımın önüne konulunca, “Ergenekon”dan girip “Balyozdan” çıkar-ken, içerisine “Askeri Casusluğu” da ekleyip, araları-na birazda bilim adamı, gazeteci, aydın kesiminden önde görünen sivri uçları katarak zindanlara tıktırdım… Ben saf adamın biriyim biliyor musunuz? İçlerinde: Benim kararım ve onayımla İki Yıl neredeyse Bir Milyon’a yakın bir silahlı güce komuta etsin diye görev verdiğim kişi, terör örgütünün başıymış da, bilememişim, haberim olmamış. Saflık işte… Neyse ki memleketimizde bana sadık bağımsız bir yargı var. Onların sayesinde geçmişten günümüze bi-ze acı çektiren gizli ve açık güçlerden, kinimin biriktirdi-ği intikamımı ve dahi intikamımızı almış oldum… Bundan sonrası vız gelir bana vızzzz… Şimdi soruyorum: Tanıyabildiniz mi beni? Tanıyamadıysanız kızmam; çünkü ben de kendimi tanıyamaz oldum. Hep değişiyorum; dün ne demişsem bu gün aksini söylüyor, tersi-ni yapıyorum… Değişemediğim tek nokta: Laik Türkiye Cumhuriye-ti ve O’nu kollayan anlayışa olan, kin ve intikam duygum; o asla değişmeyecek… Şimdi biraz olsun tanıdınız mı?