Çok yıllar önceydi…

 

Çok yıllar önceydi…

1962’nin 30 Haziran’ında, Dört Yıllık Yatılı Erkek Teknik Öğretmen Okulunu bitirmiştim.

Hemen bir gün sonra, yani 1 Temmuz’da ilk maaşımı peşin olarak okul veznesinden ödemişlerdi. Tamtamına 383 TL…

Kanatlanmış bir kartalcasına göklerde uçuyordum…

Hayallerim gerçekleşmiş, para kazanmaya başla-mış, devletin himayesinde, adam olmanın, tarifi ve tanımı zor duyguların hazzını duyuyordum…

Bir bakıma özgürlüğün tanımıydı bu. Zira özgür olmanın birinci koşulu: Üretmek, üretim içinde bulun-mak, toplumun ihtiyaç duyduğu bir dalda hizmet vermek ve karşılığını alabilmek…

Bir hafta içinde topluca kura çektirdiler. Torbadan Artvin çıktı; Türkiye’nin İsviçresi dedikleri, Allah’ın özenerek bezediği doğa harikası Artvin…

Artvin Erkek Sanat Enstitüsü Tesviye Atölyesi Stajer Öğretmenliğine…

Al yolluğunu, haydi yallah! Görevinin başına. Hepsi bu…

Ta ki:

1983, I. Özal Hükümet dönemine kadar yukarda ki anlattığım bu uygulama, tüm öğretmen yetiştiren okullar için aynı idi. İlk Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Mezunları, üniversitelerin edebiyat fakültesi çıkışlıları, hepsi aynı statü içerisinde öğret- men olarak hayata atılırlardı. Tek öğretmen adayının açıkta kaldığı görülmüş, duyulmuş bir olay değildi. Her şey plan ve program dahilinde, öğrenci yoğunluğu göz önünde tutularak, yeterli öğretmen yetiştirilmesi prensip haline getirilmiş, şaşmaz otomatik bir saat gibi, her şey tıkır, tıkır işleyip gidiyordu…

O dönemin yöneticileri, İşte böylesine cahil ve beceriksizlerdi!    

Vaki oldu ki: Yukarıda anılan tarihten sonra, tekmil öğretmen okulları, kapatılıp, öğretmen yetiştiren kaynaklar, eğitim fakültelerine kaydırılınca lastik patladı; öğretmenlik mesleği şirazesinden çıktı, öğretmen olabilmek işkenceye dönüştü…

Memleketi yöneten iktidar sahipleri, her zaman gaflet ve dalalet içinde olmazlar ki; bazen de oy kaygısı ile fincancı dükkanına filleri sokuverirler!

Öyle de yaptılar…

Artan nüfusa dayalı oluşacak öğrenci sayısı hiç düşünülmeden, öğretmen yetiştiren Eğitim Fakültele-rine, halka şirin görünmek ve günü kurtarmak pahasına gereğinden fazla öğrenci yüklediler…  

Gelinen yer yürekler acısı; neredeyse Beş Yüz Bi-ne yaklaşan öğretmen fazlalığı…

Umudu sönen gençlik, ruhsal dengesi tarumar ol-muş, boşlukta dolaşan üniversite mezunları, biçare anne babalar…

BEN DE BİR ZAMANLAR ÖĞRETMENDİM:

Şimdi bana “Gel sana bolca para vereceğiz, öğretmenlik yap” deseler: Ülkemin zarureti dışında asla dönemem, bu koşullarda öğretmenlik yapamam. İtirafımdır: Beceremem.

Eskilerde çocuğunu okula kayıt ettirirken veli, “Eti sizin kemiği benim” derken: Elbette çocuğunun dövülmesini kakılıp, horlanmasını düşünmüyor, eğitilip adam edilmesini bekliyordu…

Şimdilerde duyuyoruz: Bırakın bir tokat vurmayı, şöyle bir saçına dokunup kulağını çekmeyi; sertçe bir söz söylemek bile o öğrencinin psikolojisini bozuyor varsayımıyla veli, öğretmeni hemen şikayete na-sıl koşuyormuş…    

Eeee! Böyle olunca da öğretmen de insan; O’nun da kendini koruma refleksi var, zaten Bin Bir zorluklarla kendine bir öğretmen kadrosu edinmiş…

Verir dersini, işler konusunu, zorunlu sorumluluğu varsa onu yerine getirir çeker evine gider, niye başı-nı derde soksun…

Çünkü velilerimiz eğitim istemiyor; beklentileri sadece öğrenim…

Bunun içindir ki: Bunca dershane, onca özel ders furyasına karşın, nal toplanan üniversite sınavları…

Eğitim ve Öğretim ayrılmaz bir bütündür. Sırada nasıl oturması gerektiğinin eğitimini almamış çocuğa, verimli öğretim yaptırmanın,  (müstesnaların dışında) hayal olduğunu devalarca görmüş ve yaşamışımdır. 

Bilinmesi gerek bir konuda: Her ulusun kökten gelen temel kültürüdür. Bu kültürü yok sayarak üzeri-ne yapacağın binanın en ufak sarsıntıda yerle bir olacağı unutulmamalıdır…

Yine unutulmasın ki: Bir toplumun başarısı, her konuda geliştirdiği disiplinli yaşamla orantılıdır…

Burada bahsedilen disiplin, kişinin ya da bir zümrenin sadist ruhunu tatmin eden dayatmalar değildir. Disiplin: Bir toplumun halde ve gelecekte başarılı olabilmesi için geliştirdiği olumlu kurallardır…

Bu kurallara uyulmadan, gelinen her noktada mutlaka bir eksiklik bulunacaktır…

Evet:

BEN DE BİR ZAMANLAR ÖĞRETMENDİM…

Ne demek istediğimi, öğrencilerim, özellikle eski öğrencilerim çok iyi bilirler…

Tüm öğretmenlerimize sevgi dolu saygılarımı sunarken, umutla atanma bekleyen genç adaylarımıza da metanet ve sabırlar dilerim.