Yazılarımı takip eden okurlarımın bir çoğu bilir. Günlük yaşamımda beni etkileyen, zihnimi meşkul eden iyi veya kötü olayları kaleme alarak okurlarımla paylaşmaktan büyük bir haz alıyorum.

 

Yazılarımı takip eden okurlarımın bir çoğu bilir. Günlük yaşamımda beni etkileyen, zihnimi meşkul eden iyi veya kötü olayları kaleme alarak okurlarımla paylaşmaktan büyük bir haz alıyorum. Çünkü, biliyorum ki akıl, akıldan üstündür ve benim bulamadığım çareleri okurlarımdan gelen e-maillerle bir çözüm yolu bulabiliyoruz. Buda beni oldukça mutlu ediyor. Doğru tahmin ettiniz, bugünkü yazımda canımı çok sıkan, beni derinden etkileyen bir konuyu paylaşacağım sizlerle.
Yazımın konusuna geçmeden önce hemen hemen hepimizin aklında kalan ve hiç unutamayacağız eskilere dair küçük bir detayı hatırlatmak istiyorum. Dedelerimiz hani şu şirin ak sakallı, bizim üzerimize titreyen yaşlı şirin adamlar ve asla yanlarından ayırmadıkları tek aksesuarları küçük çakıları... Sizlerin dedelerinizi bilmem ama ben  kendi dedem de olan gümüş renkli ayna gibi parlayan çakısını hiç unutmadım. Günde en az beş defa iç cebinden çıkartır, büyük bir itinayla mendiliyle parlatır sonrada tekrar iç cebine geri koyardı. Çakının kullanıldığı tek eylem ise sadece meyve soyma eylemiydi, onun dışında bir işe yaramazdı.
Çoğumuzun dedeleri Hakk(ın rahmetine kavuştu. Benim dedem de dahil. Onlardan geriye kalan gözleri gibi baktıkları çakıları ve bu çakıları kötü işlerde kullanan torunları. Çakı deyip geçmeyin, boyu küçük ama işlevi çok büyük. Her on gençten sekizinin mutlaka cebinde bir çakı bulundurduğunu biliyor muydunuz?
Uzun zamandır hiç bu kadar huzurlu birgün geçirmemiştim. Heryer sakin, misafirimiz yok, kafamı dinlemek için mükemmel birgün diye düşünüyordum ki, düşünmez olsaydım. Dışardan gelen siren sesleriyle irkildim.
Ve işte yine bir yuvanın daha ocağı söndü diye geçirdim içimden. Çok geçmeden tahminlerimde yanılmadığımı öğrendim. Anlamsız bir sokak kavgasında 19 yaşlarında bir genç bıçaklanmış ve komaya girmişti.
İnsanlar bazen yaşadıkları kötü olayların etkisiyle kilitlenip kalırlar. Bende şuan aynı durumdayım ne konuşabiliyorum, nede duygularımı yazabiliyorum. Üzüntülüyüm, çünkü olaydan bir saat sonra yaralanan gencin hayatını kaybettiğini öğrendim. Endişeliyim, çünkü evde iki tane delikanlı çağlarda erkek kardeşim var, tepkiliyim çünkü hiç kimse dışarıda köşe başlarında duran gençlerin manasız sokak kavgalarına dur diyemiyor.
Neredeyse her köşe başlarında görmeye alıştığımız yaşları 15 ila 20 olan bu gençlerin birbirleriyle alıp veremedikleri nedir, neyi paylaşamıyorlar? Aynı soruyu mahallenin gençlerine de sordum ve aldığım cevapla aslında alamadığım cevapla şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak gibi oldum. Gençlerden biri kara, karar düşünerek yanındaki arkadaşına yöneltti sorumu. “Lan biz niye kavga etmiştik geçen hafta?” Diğer genç ise ‘ne bileyim oğlum, haketmişlerdir ondan dövmüşüzdür...’
Bu yazıyı bundan on sene evvel yazıyor olsaydım hiç gençlere soru sormadan cevabını direk yazabilirdim. Çünkü kavga sebeplerini biliyor olurdum. Bir amaçları var derdim. sağ, sol gibi. Sevdikleri kızı korumak için dövüyorlardı derdim bir şekilde bir sebebe bağlayabilirdim. Fakat şimdi bende onlar gibi bomboş bakıyorum olaya, çünkü boş bir gençlikle karşı karşyayım. Ben söyleyene kadar Selahattin Demirtaş’ı türkücü zanneden cahil bir gençlikden sözediyorum.
Benim sade anlatımımla sakın ola onları hafife almayın. İstikrarlıdırlar, birini öldürmeye veya yaralamaya kararlılarsa, sonuna kadar mücadele eder ve sonunda da başarıya ulaşırlar.
Peki, bu gençleri durduracak bir babayiğit, bir kurum yok mu? Aslında var, fakat bu tip kavgalar insanların gözünde o kadar küçük ve anlamsız ki, kavga eder birazdan dağılırlar nasılsa diye kimse parmağını kıpırdatmaz. Sadece çevrede kavga seslerinden rahatsız olup polise ihbarda bulunan bir kaç vatandaş ve sırf görev diye olay yerine volümü yükseltilmiş siren sesi eşliğinde kalabalığı dağıtmak için gelen iki tane polis memuru hepsi bundan ibaret.
Sonra ne mi olur?
Arka sokaklara kaçan gençler orada kavganın devamı için başka bir saate randevulaşılır ve kalabalık dağılır.
Aslında polis onları dağıtarak onlara en büyük iyiliği yapmış olur. Çünkü bir dahaki kavgaya tam tesisatlı gideceklerdir.
Emanetleri, yani çakıları alınacak, kavgada olmayan arkadaşları davet edilerek olaya dahil edileceklerdir. Bu durum bana son zamanlarda ağızlarda moda olan espiri amaçlı çok sık kullanılan bir deyimi hatırlatıyor. “Eğlence var dediler geldik...” İşte olaya sonradan dahil olan gençler aslında kavganın neden, nasıl çıktığını bilmezler bile ve hatta kavga edecekleri çocukları bile tanımaz, bazen kendi guruplarındaki çocukları bile döverler. Sonrada kavga var dediler geldik abi olur.
Aslında hiçte benim anlatığım gibi esprili bir ortam yok. Dağlarda nasıl terör varsa sokaklardada aynı ölçüde gençler arasında bir terör var ve önüne geçilmediği takdirde gençlerimizdeki kayıplarımız en az verdiğimiz şehitlerimiz kadar fazla sayıda her geçen gün artacak.
Biran evvel yetkililerin bu konu üzerinde çalışmalar yapması ve önlem alması gençlerimiz ve aileleri adına büyük yarar sağlayacaktır.
Saygılarımla...