1960’ın birinci yarısına doğru Amerika bir dostluk örneği olarak bizlere kıyak geçti! Ne kıyak ama… Altı yüze yakın kadın erkekten oluşan, adına Barış Gönüllüleri denilen elamanlarını ülkemize gönderdi. CİA marka, özel eğitilmişlerden yani… Bunların bir kaçı göstermelik olarak, Trakya, Marmara, Ege ve Akdeniz yörelerine, büyük çoğunluğu da Güney Anadolu Orta ve Doğu Anadolu ya serpiştirildi. Mezhepsel ve ırksal hassasiyeti olan başta köyler olmak üzere; il, ilçe ve kasaba merkezlerinde görev aldılar. Dikkat isterim:  Özellikle mezhep ve ırk çelişkilerinin yoğun olduğu bölgeler seçiliyor. Peki! Ne yapıyorlardı oralarda?  Dil öğretiyor, çoğu kez de köy okullarının boya ve badanasını yeniliyor, halkla çok iyi diyalog kuruyorlardı… Pışşık! İnandınız mı? Halkımız bu Conileri ve Evaları çok sevdi, kendilerinden biriymiş gibi bağrına bastı… Halkımızın ezeli özelliği işte… Bunlar, alacaklarını alıp göreceklerini görüp, kendilerine verilen görevin gereği olan bilgileri edindikten sonra memleketlerine döndüler… Vaki oldu ki: Topladıkları bilgiler fidan olup çiçek açınca; 1978 güzünde, Kahraman Maraş ve Tokat dolaylarında meyveye dönüverdi. Alevi-Sünni mezhepsel ayrılığın çıbanı, belirli satılmış uşaklarca kaşınınca, ortalık kan gölüne çevril-di. Neyse ki: sağduyu galip gelerek, büyük bir kıyım faciasından, kardeş kanı akıtmaktan ülkemizi kurtarmış oldu. Ama bu arada, yüz küsur yurttaşımızı da nahak yere kaybetmiş olduk... Sam Amcamızın mezhepsel ayrımcılığa dayalı A Planı tutmadı tabii. Şayet tutsaydı… Hemen arşivlerden B Plan dosyasını çekip, elamanlarının önüne atarak; “Hadi bir de bunu deneyin.” denildi. Bu plan: Etnik ayrımcılığa dayalı, ta 1800’lü yıllardan beri bu coğrafya üzerinde, emperyalizm’in böl yönet ilkesine dayalı düşüncesinin 21. Yüz Yıl versiyonuydu. Plan: 1984 Ağustos ayında Eruh’da düğmeye basılarak başlatıldı… Rahmetli Özal Başbakandı. Olayı: “Bir avuç çapulcunun işi.” olarak değerlendirirken; “Bende Kürt kanı taşıyorum, Rahmetli Babaannem Kürt idi.” diye sempati yaratmaya çalışırken, “Türk-Kürt Federasyonunu da tartışabilinir.” gibi söylemlerle, bilinen güçlere ortam yaratma- ya çalıştı. Bu görüş: Rahmetlinin özgün düşüncesi miydi, yoksa Okyanus ötesinin diktesi miydi halen anlaşılamadı. Ama bir gerçeğin altını çizelim. I. Körfez savaşından sonra oluşturulan, güya Irak’ın 36. Paralelin Kuzeyini denetlemek için Amerika’nın isteği üzerine Malatya’da konuşlandırılan Çekiç Güç: PKK’nın lojostig yapılanmasına havadan ve karadan, gizlice verdiği desteği yakından gözleyen, devrin Jandarma Genel komutanı cennet me-kan; Org Eşref Bitlis; konuyu deşifre etmek üzere bölgeye gitmek üzere havalanınca, uçağı düştü ve şehit oldu… Ne tesadüf değil mi? Uçak düştü mü, düşürüldü mü? Halen giz perdesinin arkasında muamma…         Uzatmayalım; 1998’in yol ayrımında, Atilla Ateş adlı bir komutanın Suriye Sınırında Baba Esad’a karşı verdiği ultimatonu, devrin Cumhurbaşkanı, Allah uzun ömürler versin sayın Demirel’de destekleyince; o güne kadar Suriye topraklarında barındırılan, insanlık düşmanı Abdullah’a yol göründü… Güçlü devlet, güçlü Türkiye olmanın gereğiydi bu; palavracılığın değil… Ne yapacaktı Suriye? Korkudan sınır dışı etti tabii yıllarca sinesinde barındırdığı katili… O da:  O ülke senin, bu şehir benim; tunluk, tunluk Türk İstihbaratından kaçıp saklanırken, Sam Amca ( Ah be! Amcam yamandır benim!) tarafından Kenya’da paketleyip, Türkiye’ye teslim edildi. Asılmayıp, en iyi şekilde bakılıp beslenmek koşuluyla tabii… Devrin Başbakanı sayın Ecevit; Amerika’nın Öcalan’ı neden verdiğini öğrenemeden Allah’ın rahmeti-ne kavuştu gitti…  Ama bu gün: Takke düştü ve kel göründü; “İyi besleyin de ölmesin.” denmesinin nedeni, kendini açık ve net olarak meydana çıkardı. Bu konuyu sürdüreceğim. Bundan sonraki yazımı bekleyin; tabii ilgi duyarsanız… Duymazsanız da mecbur değilsiniz ya; takmayın kafanıza…  DİP NOT: Reyhanlı’da yaşanan menfur olay tüm, ulusumuzun yüreğine bir kor gibi düştü… Sebep olan kimlerse; Allah’ın laneti üzerlerine olsun diyorum. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinden ayrılan kim ise, kimler ise: onları da….