Biraz derin düşünün lüften… Yıl 2011. Genel seçim zamanı… Özellikle AKP adlı partimizden aday olan bayan hanımefendi yurttaşlarımız seçim çalışmalarında halkımızın karşısındalar… Başları açık… Seçilebilenler meclise giriyor… Başları açık… Üç yıla varan bir süreçte mecliste bulunuyorlar… Başları yine açık… Keramette sual olunmaz; nedeni hiç bilinmez: İlahi bir gücün! Etkisiyle hidayete erip, başlarını kapatarak meclisin o sihirli koltuklarında arzu endam ederler… Beklenir ki: Büyük Millet Meclisi ayağa kalksın yer yerinden oynasın da tekrar mağdurları oynayıp yaklaşan seçim döneminde oylar kendilerine aksın… Akar mı akmaz mı ben bilemem… Oylarını, birer nohut ve makarna poşetine denk gö-ren, inancını: Kutsal Kitabından değil, Cemaat ve tari-kat kalkanı arkasına sığınmış, ruhbanların kişisel he- gemonyalarını tatmin eden yönlendirmesinden öğren-me zorunda kalan, inanmış insanlarımızın hassasiyeti göz ardı edilemez tabi… Bu sosyolojik olguyu: Zaman, zaman çok iyi kullanmasını bilen ülkemizin Başbakanı, muhalefetin he-nüz konuya ilişkin resmi bir görüş bildirmesi olmadan bakın ne buyuruyor: Ana Muhalefetin bir temsilcisi, “Başörtüsü siyasal bir simgedir” diyor. Başörtüsü nasıl bir siyasal simgedir yahu? Başörtüsü dinimizin gereklerinden bir tanesidir… Yani dinimizin böyle bir emrinin olduğunu bilmeyecek kadar cahil bu adam... Sayın Başbakanımız elbette doğru söylüyor; her ne kadar kutsal kitabımızın Ahzap 59. Ayeti: “Ya Muhammet! Eşlerine, kızlarına ve Mü’min kadınlara söyle: Dışarı çıkarken üzerlerine örtülerini alsınlar. Bunda tanınıp rahatsız edilmemeleri bakımından bir hayır vardır…” diyor ise. Keza: Nur Suresi 31. Ayeti de Mü’min kadınlara hitaben, “Başörtülerini göğüslerinin üzerlerine salsınlar, süslerini ve ziynetlerini kapatsınlar, kendili- ğinden görünen yerler müstesna, bunları: Şunların… Şunların dışında kimseye göstermesinler ve yolda yürürken ayaklarını yere vurmasınlar…” diye emrediyorsa: (Ki öyledir.) Mü’min olan kadınlarımızın başlarını örtmesi dinin emridir… Yalınız: Her iki ayette, Mü’min olmayan kadınlarla, cariye ve köle kadınlar söz konusu edilmemektedir… Bu: Yü-ce Allah’ın bir taktiridir; irdelemek bana düşmez… Haşa! Evet: Yukarıdaki İki Ayet inan kadınlarımız için di-nin emridir, doğru. İşte Benim cehaletim burada başlıyor. I. Türkiye Cumhuriyeti bir Din Devletimi yoksa çağdaş, Laik bir hukuk devletimidir? Eğer din devleti oluyorsak ve ilk uygulaması kapanmakla başlayacaksa: Son çıkan yönetmelik gere-ği, emniyet ve ordu teşkilatında görevli bayanlarımız örtünmenin dışında tutulduğuna göre; bunların inanç, demokratik hak ve özgürlüklerini nasıl kısıtlayabiliriz? Diğer kamuda çalışan bayanlarımızın dini inançlarına, demokratik hak ve özgürlüklerine gösterdiğimiz hassa-siyeti bunlardan esirgerken, dinin emirlerini yok mu sayıyor ya da ulül-emrin gücünü, haşa huzurdan, Al- lah’ın gücünden üstün mü görüyoruz?... II. Şayet: Günümüzde gündemde olan başörtüsü zorunluluğu ve alkol yasağı dinin emri olarak toplum yönetiminde uygulama alanı buluyorsa: A- Alkol kullanımını toptan neden yasaklamıyoruz da, içenlerin sırtından kazanılan vergilerle, onca insanımızı harama, dolayısıyla günaha ortak ediyoruz? B- Dinimizin yasakladığı sadece kadınların açık gezmesi ve müminlerin alkol kullanması mı? (Ki: Bunların karşılığında herhangi bir ceza ifade edilmemiştir.) Yüce Kitabımızın Altı Bin kusur ayetlerinin ara- sında inananların uyması gereken başka bir şey yok mu? Örneğin: “Hırsızlık yapan erkek ve kadının yaptıklarına karşılık, Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Al-lah Azizdir, Hakimdir.” diyen, Maide Suresinin 38. Ayetini niçin hayata geçirmiyoruz? Bu dinimizin emri değil mi, bu Allah’ımızın buyruğu değil mi? Yoksa: Ülkeyi yönetenlerden, eli kesilmedik kimse kalmaz diye mi korkuyoruz? Keza: Tövbe Suresi’nin 34 ve 35. Ayeti kerimelerinde: “Halkı sömüren papaz ve haham başlarının yaptığı gibi: Altın ve gümüş biriktirmenin haram olduğunu; bunları, Allah yolunda harcamayıp da biriktirenlerin, yarın huzuru mahşerde ateşte dağlanarak cezalandırılacağını” söylemektedir. O halde: Ey! Siyasetlerini inanç üzerinden nemalandıran muhterem politikacılarımız… Ey! Yıllık bütçesi Beş altı bakanlığımızın toplamın-da fazla olan, Diyanet yetkilileri… Ey! Ümmeti Muhammedi dinen aydınlatma sorum-luluğu taşıyarak milletin vergileriyle geçinen ilahiyat uzmanları… Bu konularda ne diyorsunuz? Yaklaşık Bin Dört Yüz küsur önce, Mekke Ve Medi-ne’de yaşayan insanların, sosyal yaşamlarına düzen getiren kurallarla, günümüzde yönetilmeye çalışılan Müslüman toplulukların hali meydandayken, ülkemiz-de inancı kişi terciğinden çıkarıp, devlet yönetiminin içine sokmaya çalışmak, kişi ya da kişilerin kendilerini tatmin etmekten öte bir işe yarar mı? İnanç kutsalsa: (ki öyledir.) Kişilerin özgür terciği olarak kalması, devlet: Bünyesindeki tüm inanç unsur-larına eşit mesafede durması gerekmez mi? Ben bilemiyorum; cehalet işte!