Dünya hayatı süresince karşılaştığımız, keyfimizi kaçıran olaylara karşı tavrımızı belirleyen ve bu hususta yönümüzü tayin etmemizde bizim hayrımıza olacak şekilde bilinçaltımızı beslememiz gereken mana dünyamızın, sac ayaklarına bir dikkat etsek...
Öyle ya, hamdolsun Müslüman'ız ve Müslüman olmamızı, hastalığın bize olan katkısı dâhilinde, herkesten farklı ve ruhu inşa eden bir süreçle ilişkilendirmemiz lazımken, kaosa sürüklenip rızık korkusuna kapılmak, mana dünyamızın o sac ayaklarını nereye oturttuğumuzun ipuçlarını veriyor.
Hastalıkla olan münasebetinizde savaş meydanına çıkmış ve yenmeniz gereken bir düşman olarak nitelediğiniz bu süreci sahabe, Allah'tan gelen bir lütuf olarak görür ve hayır bilirdi.
Allah'ın, içinde nice hikmetler barındırdığı bu süreci defedilmesi gereken bir düşman, bizi alt edemeyeceğini ruhumuza salık verdiğimiz bir mikrop muamelesine tâbi tutarsak; bakış açımızın sığlığında boğulur ve kavuştuğumuz sıhhatli hayatın bundan sonraki sürecinde, bozulmaya başlayan ruh hâli ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır. Oysa iyileşme, hastalıkla beraber başlayan bir süreçtir. İlaç bedeni, hastalığa bakış açımız ise ruhu iyileştirir.
Madem her şey Allah'tan idi, madem buna inanıyor ve bunu iddia ediyorduk; samimiyetler sınanmaya başlayınca çark eden kalplerimiz, neden kaosa teslim, açlığa, hastalığa nefretle bakıyor? Kendimizle yüzleşmeye bir virüs bile yetebilecekken, neden her vakit boyumuzu aşacak, kalplerimize ağır gelecek sözleri ezbere söylüyoruz? Turnusol işlevi gören bu virüs, nasıl da görünmez hâliyle bizi görünür kıldı değil mi? Kendimizi görmeye bir virüs yetti. İmanımız, inancımız, samimiyetimiz, görünmez bir virüsün gücü karşısında tuzla buz oldu. Hastalıkla savaşacağız öyle mi? Hıh, savaşmayı nefsin gölgesine astığımızdan beri, rahatımıza dokunan ne varsa onunla savaşmayı cihad bildik. Açlıktan ağzında koku yapacak bakterinin bile artık barınmadığı insanları, uzaktan belgesel tadında izlerken, seyirlik zevklerimizin tadını mangal eşliğinde çıkardık. Müslümanlar kardeştir düsturunun aksine, birbirinden en kopuk dindaşlık örneğini sergiledik tüm dünyaya. Maneviyatımız virüs kaynıyorken ve bu bizi hiç rahatsız etmezken, keyfimizi kaçırıp bizi bize getirme görevini üstlenmiş görünmez bir mahluka, düşman muamelesi yaptık.
Herkese değen ve çaresiz bırakan bu sıkıntılar, asil bir acının ya da uyanışın resmi değildir efendim. Rahat yataklarda ve rahat hayatların artık rahatsızlık veren bir anında ortaya çıkmamış, bilinci ve ruhu hür iradeyle düşünmeye, ibrete sevk etmemiş her sıkıntıya, ortaya çıktığı anda ulvî bir kılıf aranıyorsa, bu ruha yapılmış zoraki bir telkin ve ikiyüzlülük olur.
Huzursuzluk kendisine değdiğinde; aç kalacak, keyfi kaçacak, sahilde yürüyemeyecek, her türlü tadın zevkine varamayacak, tatile gidemeyecek, kırlarda koşamayacak diye yaşadığı sıkıntıya asil bir kılıf arayan insanoğluna, dünyayı tepetaklak bile etse yaratıcı, imtihanın kârından nasibini asla alamayacaktır.
Rahat hayatlarınızı ne zaman ki bir başkası için bozar, keyfinizi bir başkası için kaçırır, tadınızı bir başkasının tadına feda edersiniz; o zaman imtihanı da, dünyaya geliş amacınızı da, insan olmanın manasını da anladınız demektir. Onun dışında çektiğiniz sunî acılara, hiç de ulvî anlamlar yüklemeyin.
Şimdi oturup düşünme, secdeleri temize çekme, samimiyetleri samimi kılma, tersimizi düzümüze çevirip altımızı üstümüze getirme zamanıdır, fırsattır. Biz Allah'a nasıl bakarsak, Allah’ta bize öyle bakacaktır. Hikmetini sorgulamadığımız, görevini yapmak için emir alan, görünmez, aciz bir mahluka bilenmeden, ruhumuzu bereketlendireceğimiz böylesi bir fırsatta bedenimizi önceleyerek yine işin tersinden başlamamız, sürecin sonunda hayatta kalsak bile hasta ruhlarımızla yine kaldığımız yerden devam etmemize sebep olacaktır. Ne anladık? Hiç... Bu durumda Corona felâket midir? Evet, felâkettir. Hem de katmerli. Görünmez bir virüsün maneviyatımıza yaptığı ağırlığın altında, ruhlarımız eziliyor efendim. Hz.Eyyub, bedeninden düşen kurtçuğun rızkıdır diyerek tekrar etine oturttuğu aciz bir mahluka gösterdiği hassasiyet ve hastalığın kimden geldiğini bilerek sergilediği teslimiyet, hastalıktan bedeni bir sepete sığacak kadar küçülse bile, imanında zerre eksilme olmamasına sebeptir.
Hepinize sağlıklı ve iman dolu bir ömür diliyorum efendim. Saygılar...