Şu vicdansız ev sahiplerine, biri; "artık insaf!" desin. Devlet, belli sınırlamalar ile bu işe el atmıştı zamanında. Yılda bilmem kaç defa zam yapabiliyor sanırım ev sahipleri. Dinleyen kim? Denetim var mı? Buna uyan var mı? Yok. İstediği fiyatı çekiyor, yeter ki kitabına uydurabilme yeteneğine sahip olsun. Yetenekli iseniz, bu ülkede her zaman cebinizi doldurabilme ihtimâliniz yüksek. Bunun hükümetle, partiyle, bilmem rejimle hiç bir ilgisi yok. Sistem fos bir kere. Üzerine neyi inşa ederseniz edin, bir yerden fırtlayacak açıklık bulur kendisine. Mevcut sistemi istediğiniz kadar temizlemeye çalışın, inancınıza uygun hâle getirin, birazcık sizden, birazcık bizden kıvamında ortaya yanarlı dönerli meyve tabağı yapın; olmaaaaz. Yok anacım, dünyanın dengesini kuran sahip, kitabında özetle; "ya hep, ya hiç" diyor. Ha uymadın, sağa sola şirinlik olsun diye azıcık sizden, birazcık bizden minvalinde takıldın, o zaman yanarlı dönerli meyve tabağı, ebedî yurdunda ateşe nazır seni bekliyor. Ben demiyorum, kitap diyor cicim.
Ha, ne diyorduk? Hişt! Ev sahipleri, bekleyin, şimdi, hazır;
Siz ne vicdansız insanlarsınız ya Huuu!? Hiç mi birinin hayatına dokunmayacaksınız?
Allah'a şükretmenin nasıl olduğunu sanıyor bu insanoğlu? Oturup, kuru kuru; "şükür Allah'ım" demek değil ki şükretmek. Elindeki imkânları, bir başkasının hizmetine sunmadan, hayatına dokunmadan, din kardeşini dünyanın sıkıntıları ile başbaşa bırakıp, şeytana kaptırmadığında şükretmiş olacaksın. Sen; kardeşinin gönlüne, dünyanın takılıp da, ebedî yurdunu unutmamasından da sorumlusun. Sadece kendinden değil, ümmetin her ferdinden mes'ûlsün. Suriyeli'sinden, Suriyesiz'inden, ümmete dair kim varsa, hepsi senin kardeşin. Hani ensar ve muhacir gibi... Hani; Abdurrahman bin Avf (r.a) ile, ensardan Sad bin er-Rabî (r.a) arasındaki kardeşlik gibi. Sad, Abdurrahman’a ; “Ey kardeşim, ben Medine’nin en zenginlerinden biriyim. Malımın yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki de hanımım vardır. Bunlardan birini beğen; ben de onu boşayayım” demişti ya. Abdurrahman ise; “Allah, malını da, hanımlarını da, sana mübarek kılsın" diyerek, pazar yerini kendisine göstermesini istemişti. O mübarek zat da, pazar yerini tarif etmiş, Abdurrahman da oraya giderek alışveriş yapmaya başlamıştı. Şu teslimiyete, şu kardeşlik anlayışına bakar mısınız?
Kira mevzusu, işin çok küçük bir kısmı. Biz, daha aramızda birbirimizi kazıklama işini halledememişken, ensar-muhacir kardeşliği, ruhumuza bol gelir. Üstümüze oturmaz, sırıtır bir defa. Ütüsüz gömlek gibi, kırmızı ile pembenin bir araya gelirken oluşan görüntüsü gibi çiğ kalır. Hayır hayır, kiracı değilim. Bu yazı vesilesi ile ev sahibimi de paylamıyorum. Ev sahipleri varsa aranızda; ahiret yurdunuza inşâ edeceğiniz evinizin, dünya hayatınızdaki imkânların vesilesi ile olacağını hatırlatma gâyesindeyim. Birbiri ile içiçe yaratılan, iki dünyada oturacağınız evlerin kapısı, birbirine açılıyor. Biri diğerinin avlusu, verandası, bahçesi, balkonu, giriş kapısı, emniyet kilidi. Dünya hayatı, ahiret yurdunun kolonları, temeli. Yıkılırsa, başınıza çöker bütün ne varsa. Malzemeden çalmayın. Herkes, kendi ahiret yurdunun mimarı. Eksiltirsen, kendinden eksilecek; çalarsan, kendinden çalacaksın.
Hey yavrum hey... Yaratıcı hakikaten çok sabırlı. Bizi birbirimize emanet etti, biz de birbirimizi şeytana terk ediyoruz. Sadece ev kiraları mı? Sorunumuz çok büyük a dostlar. Hesabımız pek büyük.
Ne diyordu Yunus Emre;
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan."
E oyalanın hadi, nasılsa tıpış tıpış ölmeyecek misiniz?