8 Mart DÜNYA KADINLAR GÜNÜ diye bir gün, bizim günümüzmüş. Kutlasakta, kutlamasakta o gün bizim günümüzmüş. ABD icadı böylesi gereksiz bir günün biz Türk kadınlarına ne gibi bir faydası var onu da hala anlamış değilim.
8 Mart Günü meydanlarda tüm silahlarımızı takınır, haykırırız erkeklere karşın, biz varız diye. Biz va-rız derken yanımızda duran kadın yandaşlarımıza çaktırmadan saatlerimize bakarız eh malum evin beyinden önce evde olmamız gerek.
Koca bir günün ardından ne değişti? Türk erkeği biz kadınların değerini daha mı iyi anladı veya hadi bu gün senin günün, sana uyguladığım şiddeti yarı-na bırakacağım mı dedi? Güldürmeyin beni. Yüzyıllardır değişmeyen düzeni bir gündemi değiştirecek- siniz. Değişebiliyordu madem neden bu ülkede hala bir yerlerde kadınlar şiddete maruz kalıyor, öldürülüyor, ayaklar altında eziliyor.
Nazım’ın dizelerinde soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar. Neden hala sahipsiz? Demek ki düzen böyle, değiştiremeyiz.
Oysa ne çok güçlüyüz aslında. Her şeye rağmen ayakta durmayı nede güzel becerebiliyoruz. Güçlü olmayı kendine ilke edinmiş yüzlerce kadından sade-ce bir tanesini sizlere kısaca anlatmak boynumun borcu oldu.
Adı Özlem... Adı gibi mutluluğa büyük bir özlemi olan 35 yaşında, bir kız çocuğu annesi.
İleride Öğretmen olma hayaliyle geçti çocukluğu. Olabilirdi de aslında zeki bir çocuktu ve istikrarlıydı, zekası babasının, annesinin üzerine kuma getirmesi-ne yetmedı.
Annesinin üzüntüsünü paylaştı uzun süre. Tek korkusu annesi ile aynı kaderi paylaşmaktı. Okula devam ediyordu. Öğretmen olmasına az bir zaman kalmıştı. Annesini gördükçe daha da hırslanıyor ve bir erkeğe bağımlı kalmak istemiyordu.
Özlem geçen onca zor zamanlarında psikolojisinin bozulduğunu liseyi bitirdiğinde fark edebilmişti. Uzun bir süre psikolojik tedavi gördü. Aile büyükleri evlendirilmesi onun yararına olur diyerek kendi buldukları damat adayıyla evlendirdi. Özlem için zor zamanlar yeni başlıyordu. Görücü usulu olmasına rağmen eşine aşık olmuş, babasında bulamadığı sıcaklığı eşinde aramıştı. Aramıştı diyorum çünkü eşi hiç bir zaman Özlem’i sevememişti, nasıl sevsinki gönlünde başka bir kadın yatıyorken. Sevdiği kızı unutsun diye evlendirilmişti adam ve bunun faturası-nı masum Özlem ödeyecekti ömrünün sonuna kadar.
Özlem’in korktuğu başına gelmişti. Artık anne ile aynı kaderi yaşıyordu. Sevdiği adamı hayatlarında olmayan bir kadınla paylaşacaktı ilelebet... Evliliğinden kısa bir süre sonra ilgisizliğin yanı sıra şiddette başlamıştı. Eşi geçmişinin hırsını ondan alırcasına öldüresiye dövüyordu.
Çocuk olursa düzelir mantığı Özlem’in de aklına girmiş ve bir kız çcuğu dünyaya getirmişti. Eşinin tavırlarında bir değişiklik yoktu ama kızı Özlem’i haya-ta bağlamayı başarmıştı. Artık tüm dünyası kızıydı ve onunla ilgilenmek ona güç veriyordu. Taki kızının 3 yaşına gelip yaşıtlarında farklı büyüdüğünü anlaya-na kadar.
Kızı DEHB, yani Hiperaktivite olarakta bilinen bir hastalığın pençesindeydi.
Özlem hayalleri bir anda yok olup gitmesine rağmen, gücünü asla kaybetmeyen, kızının tedavisyle ilgilenen, arada eş dayağı yiyen ama hala dimdik ayakta duran dünyada eşi bulunmaya Türk kadınlarından sadece bir tanesidir..
Sözün bittiği yerdeyim aslında. Biz kadınlar güçlü-yüz, sadece gücümüzü ortaya koymaktan korkuyoruz. Bize lazım olan meydanlarda sesimizi yükselte- rek boy gösterisi yapmak değil, var olan gücümüzü, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimleriyle biz kadınlara sağladığı özgürlük ve bağımsızlığımızı layıkıyla, korkmadan yaşamaktır.
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...