Değil tabii…
İnsan oğlunun doğuştan gelen egosunu sıfırlayama-dığımız, ya da en aza indiremediğimiz sürece demok-rat olunmaz…
Demokratlık başta: Düşüncede tolerans ve paylaşımdır…
Benim düşüncem her zaman, hep doğrudur…
Benim yaptığım her şey en doğru olandır…
Bu konuda kimseyi dinlemem; dediğimi yapmak her-kesin görevidir…
Herkes benim peşimden gelmelidir…
En iyisi benim olmalıdır…
Kimse benim önüme geçemez, geçmemelidir de…
Ben istediğimi yaparım; kimse engel olamaz…
Çoğalt, çoğalt, çoğalt…
Ben, ben, hep ben….
Bu duygu, bu düşünce erbapları, hangi toplumlarda daha çok bulunur?
Okumayı sevmeyen, okuduğunu anlayıp, yorum getiremeyen, başkalarının güdümüyle karar vermeyi doğal ve kolay gören insanların oluşturduğu toplumlarda…
Nerede bol bulunuyorsa bunlar;
Oralarda demokrasiyi aramak zaman kaybıdır…
Oralarda demokrasi:
Sandığa gidip, koşulsuz etkisine girdiği liderine oy vermektir. Tarihin derinliklerinde de görülebileceği gibi, batılı diye nitelendirdiğimiz sözde gelişmiş toplumlarda bu tip demokrasilere çok rastlanmıştır…
Hitler’in Almanya’sı, Duçe’nin İtalya’sı, Salazar’ın Portekiz’i Vb… Gibi mesela…
Bu örneklerdeki liderler, tamamen demokratik görülen bir ortamın sonucu halkın, %70’inden oy alarak ikti-dar olmuşlardır.
Olmasına olmuşlardır ama:
Kendi uluslarıyla birlikte tüm dünyaya, tarihte misli görülmemiş bir felaket yaşatmışlardır…
Bu olaylardan ders alan batı halkları, toplumlarını sözde karizmatik lider vesayetinden koruyacak, çeşitli kalıcı yöntemler geliştirmiş; bunları da demokrasinin vazgeçilmez temel taşları olarak kabul etmiştir…
Çok basit bir örnek:
Bizlerinde çok özendiği! Amerika Başkanlık sisteminde, başkan; dünyaya karşı aslanmış gibi görünse de, Amerika Senatosu’nun karşısında süt dökmüş bir kedidir…
Ülkemizde ise:
1946 dan bu yana uygulanmakta olan çok partili sistem içerisinde demokrasi, liderlerin İki dudağı arasından çıkacak söz kadar yol alabilmiştir…
Bu neden böyledir?
Halk; halkın temel yaşam kültürü, kulluk alışkanlığı-na dayalıdır da ondan…
Allah’ın kuluyuz, buna kimsenin itirazı olamaz; iyi ta-mam da: Yüce Allah’ın yarattığı bir kula, kulluk yapmak nereden gelir?
Özellikle, Ortadoğu Coğrafyasında yaşayan toplumlarda, Bin Yılı aşkın zaman dilimi içerisinde görülen yönetim şekilleri: Emirlik, imamlık, krallık, otokrasi, monarşidir…
Bu anlamda ülkemizde dahi halen, Anadolu’nun belirli bölgelerinde; aşiret geleneği, devlet otoritesinin önüne geçebilmektedir…
Hal böyle olunca:
Köklü tarihimizin derinliklerinden günümüze, tek kişinin tebaası olma alışkanlığımız genlerimize işlediği için kolay, kolay demokrat olamıyor, demokratlığı düşünemiyoruz…
Oysa:
1961 Anayasası, demokrasi açısından, demokrasiye açtığı aydınlık yol bakımından dünyanın en mükemmel yasalardan biriydi ama; kullanamadık…
Bu Anayasa’nın nimetlerinden nemalanacak, aynı zamanda ders alacak bireyler ve kitlesel örgütler, işi abartıya döktüler; aç tavuklar gibi saldırdılar, henüz demokrasi mayası oluşmamış devlet kurumları hazır olmadığı için, bu kadar demokratik serbestlik karşısında bocalamaya başladı…
Bunun içindir ki:
1970’li yılların başında sayın Demirel: “Bu Anayasa bize bol geldi.” diye dertlenmeye başladı.
Bunun içindir ki:
Devrin Genel Kurmay Başkanı sayın Tağmaç: “Türk toplumunda sosyal gelişme, ekonominin önüne geçti.” demiş ve 12 Mart Muhtırasını, emir komuta zinciri içerisinde Demirel hükümetine vermişti…
Yani Asker de Türkiye de demokrasinin gelişmesini tehlikeli bulmuştu…
1961 Anayasası, 12 Eylül 1980 Askeri darbesiyle tamamen yürürlükten kaldırılarak yerine: Halkın %92 sinin evet dediği 1982 Anayasası kondu.
Bu güne kadar anti demokratik olarak ilan ettiğimiz, 32 Yıldır gelip geçen yönetimler tarafından yerden yere vurulup bir türlü değiştiremediğimiz bu Anayasa halen yürürlüktedir…
Ki:
İleri demokrasiyi ön gören 1961 Anayasasına tahammül edemeyen bizler; anti demokratik faşist olarak tanımladığımız 1982 Anayasasının kahrını çekmeye devam ediyoruz…
Demokratik kuralların hakim olduğu toplumlarda, rejim tehlikesi yoktur. Güçler arasındaki dengeler, bunu korur. Zafiyete düşme durumunda; bilinçli halkın duruşu, tüm olumsuzlukları ortadan kaldırarak devletin niteliğine sigorta görevi yapar…
Bizler gibi:
Demokrasi anlayışı henüz emekleme döneminde olan ülkelerde; demokrasiyi sadece sandık olarak bilen toplumlarda devlet, daima risk altıdadır…
Milli İrade denilen oy çokluğunu eline geçiren iktidar ve O’nun lideri, güçler ayrılığını hiçe sayarak tüm yetkileri kendinde toplarsa ne olacak?
Yasama, İki dudak arasından çıkacak emirle şekil alırsa…
Yargı kararları hiçe sayılır, “Ben, bana oy veren millete karşı sorumluyken, yargı ayak bağım olamaz.” diyerek kendi lehine çalışacak, hakim ve savcı kadrosunu oluşturursa…
Kişisel düşünce ve kararlarını:
Her ne pahasına olursa olsun; devletin temel yapısı-nı oluşturan, halde ve gelecekte O’nu koruyan kollayan her türlü resmi ve sivil toplum kurumlarından önce ve üstün görürse…
Rejimin İhata duvarı olması gereken ülke genel eğitim politikaları, kişi ideolojisine hizmet edecek şekilde değiştirilip, yaz, boz tahtasına çevrilirse…
Böylesi bir ülkede demokrasinin ilerisi de gerisi de O devletin rejimini temelinden sarsar.
Hele, hele:
Devleti kuran ve her türlü “Şeraitte dahi” O’nu korumakla yükümlü olan güçler sindirilmiş ise…