Oruç, fıtır sadakası ve teravih gibi farz, vacip ve sünnet ibadetlerin yanı sıra, Ramazan’ın en temel özelliklerinden biri de, Kur’an ayı (Bakara-185) olmasıdır. Kur’an-ı Kerim; “Allah tarafından Resûlullah’a (sav) vahiy yoluyla indirilen, mütevatir (yalan üzere bir araya gelmesi mümkün olmayan kuşaktan kuşağa topluluklarca ve hiçbir değişiklik ya da şüphe olmaksızın) olarak aktarılan, mushaflarda yazılı, tilaveti ile taabbüd (okunması ibadet olan) olunan, mucizevî, özlü ve evrensel” olan ve insanlara acziyetini bildirerek aynısını/benzerini (İsrâ-88) veya 10 sûre (Hûd-13) ya da 1 sûre getirememekle (Yûnus-38) hem lafzı hem de manasıyla meydan okuyan hikmet dolu bir kitaptır.
Nûr Dağının Hirâ Mağarasında miladî 610 yılı 27 Ramazan Pazartesi günü, “…Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak-1/5) ile başlayan vahiy süreci, yaklaşık 23 yıl boyunca Cenab-ı Allah’ın muradına ve toplumun ihtiyaçlarına göre peyderpey inmeye devam etmiştir. -Farklı yorumlar olmakla beraber- ayet olarak; “… Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…” (Mâide-3) ve sûre olarak da “Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir.” (Nasr-1/3) ile nihayete ermiştir. Kur’an, Fâtiha ile başlayan ve Nâs ile biten toplam 114 sûre ve -kabul edilen görüşe göre- 6236 ayetten oluşmaktadır.
Sûrelerle ilgili en genel ayırım, Mekkî ve Medenî olmak üzere ikidir. Hicret öncesi Efendimizin (sav) 13 yıllık peygamberlik döneminde inenler “Mekkî” ve hicret sonrası 10 yıllık sürede nazil olanlar ise “Medenî”dir. Mekkî sûrelerin karakteristik özelliklerinden; hak, hukuk, adalet, tevhid, kıyamet… gibi temel ahlak ve sorumluluklar hatırlatılarak beşer, insanî değerlerle donatılırken, Medenî olanlar ise bedenî ve malî ibadetlerle Müslüman birey/toplum vücuda getirilmiştir. Bu anlamda 86 Mekkî sûre ile evrensel ahlakî değerlerin üzerine 28 adet Medenî sûreyle amelî hükümler konularak kâmil mü’minin inşa edilmesi manidardır. Zira sayı olarak Mekkî olanlar Medenî olanların üç katından daha fazladır. Diğer bir ifadeyle amelî hususlardan bahsedilen sûreler, ahlakı konu edinenlerin yaklaşık üçte birini oluşturur.
Öncelikle kulluk bilinciyle yaşayan muttakiler için hidayet kaynağı olan (Bakara-2) Yüce Kitabımız, insanın dünyasını mamur ve ahiretini mesrur bir şekilde geçirmek ve yaratılış gayesine uygun (Zâriyât-56) yaşamak üzere rehberlik etmektedir. Rabbimiz; “… İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir…” (Bakara-185)
Onun için hayatımızı Hakîm kitabımızla inşa etmek, bireysel ve toplumsal problemlerimizi ona arz etmek ve onun rehberliğinde hayatımızı yeniden inşa ve ihya etmeliyiz. Sadece okuma/kıraat değil, içeriğini ve ahkâmını öğrenmek için çaba sarf etmeliyiz. Zira Efendimiz (sav); “En hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.” (Tirmizî-2907) buyurmuş ve “Kur’an okuyan mü’min, turunç gibidir; tadı da güzel, kokusu da güzeldir. Kur’an okumayan mü’min, hurma gibidir; tadı güzel ama kokusu yoktur. Kur’an okuyan günahkâr, reyhan otu gibidir; kokusu güzel ama tadı acıdır. Kur’an okumayan günahkâr, ebucehil karpuzu gibidir; hem tadı acı hem de kokusu yoktur.” (Buhârî-7560) şeklinde ifade ettiği gibi okuma ve amel açısından insanları dört sınıfa ayırmıştır.
Okunmadığı ve okunup yaşanmadığı takdirde ayet-i kerimede; “Resul (sav) dedi ki: ‘Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar’.” (Furkân-30) buyurulduğu gibi, kıyamet günü dava konusu olacağı ve hadis-i şerifte; “… Kur’an, senin lehine ya da aleyhine hüccet olacaktır…” (Müslim, Tahâret-1) şeklinde belirtilerek şahitlik edeceği bildirmiştir. Rasulullah (sav) “İçinde Kur’an’dan bir şey olmayan kişi harap eve benzer.” (Tirmizî, 5/177) buyurduğuna göre; gönül, aile, ticaret eğitim… hangi dünyamızda Kur’an adına bir şeyler bulunduğuna dair muhasebemizi yapmamız gerekir.
Bir Ramazan geleneği olarak gözle takip ettiğimiz, kulakla dinlediğimiz ya da dille okuduğumuz mukabeleyi, aynı zamanda beyinle anlamayı, kalple düşünmeyi ve hayatımızla yaşamayı da ihmal etmemeli, hatta öncelemeliyiz. Çünkü mukabele; (karşılıklı olarak) karşılamak, karşılaşmak, karşılaştırmak, yüzleşmek... gibi anlamlara gelir.
Kıraatimizi okuyanla karşılaştırdığımız gibi, yaşam standartlarımızı da Kur'an'a göre çek edip programlamalıyız.
Ramazan; ‘Kur'an Ayıdır’ deyip hızlı bir şekilde okunan, çoğu yeri bile atlanılan ve sadece göz takibi/teması olan bir şekilde minimize eder hale getirmemeliyiz. Kur’an’ı, bütün yıl mahkûm edercesine, saygıyla evimizin en üst rafına yerleştirirken, gönlümüzün ve hayatımızın en üst katına yerleştirmeyi unutmamalıyız. Kabına ve kâğıdına duyduğumuz ihtiramdan çok, içeriğine göstermeliyiz. Böylelikle yaşamımıza ne kadar temas ettiği ve hayatımıza dair nerede yer aldığıyla mukabelede bulunmak ve Kur’an ayında Hakîm Kitabımızla yüzleşmek geride bırakmak üzere olduğumuz Ramazan’daki en büyük kazanımımız olacaktır.
Unutmamalıyız ki Kur’an-ı Kerim, öyle bir kitap ki inen geceyi; bin aydan daha hayırlı, kendisine nazil olduğu Peygamber’i (sav); eşref-i mahlûkat, indiği şehri; Ümmü’l-Kurâ (şehirlerin anası; Mekke) ve muhatap olup hayatına uygulayan ümmeti; en hayırlı toplum olmasını sağlamıştır. Bizler de onu okumak, anlamak ve yaşamakla hayatımızı kadr-ı kıymetli hale getirmeliyiz.
Nüzulüyle değer kazanan Kadir Gecenizi tebrik eder, insanlığın kurtuluşuna ve İslam âleminin huzur ve kardeşliğine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Hayırlı Cumalar…