İnsanoğluna bahşedilen en önemli nimetlerden biri zamandır. Doğumla başlayan, vefatla biten ve bu ikisi arasında daha iyi amel edilmesini sınamak için belirlenen (Mülk-2) bu hayat kompozisyonumuzda güzel davranışları konu edinmek gerekir. Çünkü Mü´minin zaman bilincini taşıması yaratılış gayesini (Zariyat-56) idrak etmeyi ifade eder. Zira uzun gibi gelen bu kısacık zaman diliminde kulluğunun gerektirdiği şeklide söylem, eylem ve duruş sergileyerek Rabbinin rızasına uygun bir yaşam sürdürmeliyiz. Böylece inşa ettiğimiz hayatının değerini bilen bir şuurla anlam kazandırır ve değerlendiririz. Hızlı geçip giden bilişim çağında -çoğumuzun şikâyetçi olduğu gibi- bereketini kaybettiğimiz zaman bilincini diri tutmak ve onu dinimizin ölçülerini dikkate alarak güzel şeyler yapmak ve ahirette bunun sorumluğuyla hatırlamaya değer anılarla doldurmak gerekir. Mü´minin olarak bizler, genel anlamda elimize geçen her fırsatı değerlendirmeli ve ayırım yapmadan zaman bilinciyle hareket etmeliyiz. Çünkü bizim için bütün zamanlar değerlidir ve değerlendirilmesi gereken birer ganimet mesabesinde olmalıdır. Genelde elimizdeki nimeti kaybedince kıymetini biliyoruz ancak, bunun telafisi çoğu zaman mümkün olamıyor. Bundan dolayı her fırsatta sıradan gibi görünen bahşedilmiş nimetleri, Kur´an ve Sünnet bizlere hatırlatarak kıymetini bilmeyi öğütlüyor. Bundan dolayı Peygamber Efendimizin (sav); “Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini iyi bilmelisin: ölümünden önce hayatının, meşguliyetinden önce boş zamanının, fakirliğinden önce zenginliğinin, ihtiyarlığından önce gençliğinin ve hastalığından önce sağlığının.” (Hâkim, Müstedrek, IV, 341) buyurduğu gibi, genelde “hayat”, özelde ise “boş zaman” ve “gençlik” olmak üzere üç defa zamana vurguda bulunuyor. Önemine binaen değeri bilinmeyen “İki nimet vardır ki insanların çoğu onlar(ı değerlendirme) hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikâk, 1) iki nimetten birinin zaman/boş vakit olduğu ve “İnsanoğlu kıyamet günü beş şeyden hesaba çekilmedikçe yerinden kımıldayamayacaktır: Ömrünü nasıl tükettiğinden, gençliğini nasıl yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından ve öğrendiği bilgilerle nasıl amel ettiğinden.” (Tirmizî, Sıfatü´l-kıyâme, 1) zikredildiği gibi, Allah´ın huzuruna çıkıldığı zaman sorguya çekilecek beş sorudan ikisinin zamanla ilgili olduğunu Peygamber Efendimiz (sav) bizlere hatırlatıyor. Müstesna zaman dilimlerinden biri de Cuma günüdür. Ayet-i kerimeye; “Ey İman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı zaman hemen Allah´ı anmaya (Cuma namazını kılmaya) koşun ve alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, elbette bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma-9) bu şekilde konu olmuş ve yapılması gereken ameller zikredilerek ayrı bir anlam yüklenilmiştir. Bundan dolayı Müslümanın hayatında ayrı bir yeri olan Cuma günü/namazı; aynı Rabbe kulluk etme şuuruyla davetine icabet edilen, kardeşlik duygularıyla adeta bayram ve sevinç zamanı olan, toplu olarak aynı gayeyle bir araya gelinen, aynı öğütleri beraber dinleyen ve aynı duaya âmin diyen bir coşkuyu ifade eder. Efendimiz (sav); “Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı, Cuma günüdür. Adem (as) o gün yaratıldı, o gün cennete kondu, yine o gün cennetten çıkarıldı. Kıyamet de ancak Cuma günü kopacaktır.” (Müslim, Cuma, 5) buyurarak Cuma gününün faziletini bu şekilde zikretmiştir. Cuma namazıyla ilgili olarak ise; “Cuma günü olunca mescid kapılarının her birinden bir takım melekler gelenleri sırasıyla yazarlar. İmam minbere çıkıp oturunca defterleri dürüp hutbeyi dinlemeğe gelirler...” (Müslim, Cuma, 8) buyurmuştur. Sözlerimizi rahmet elçisinin (sav) bizlere hatırlattığı Cuma günü/namazı ile ilgili olarak adap ve buna uymakla nail olacağımız müjdeler ile noktalamak istiyorum; “Bir kimse güzelce abdest aldıktan sonra Cumaya gelir, hutbeyi susarak dinlerse, üç gün fazlasıyla bu Cumadan diğer Cumaya kadar olan vakit içindeki günahları bağışlanır. Elini (her hangi bir şeye) sürerse (her hangi bir şeyle meşgul olup hutbeyi dinlemezse) uygun olmayan bir iş yapmış olur.” (Müslim, Cuma, 8-9) ve “Bir kimse Cuma günü yıkanıp elinden geldiği kadar temizlendikten ve (başını, sakalını tarayıp kullandığı) yağından yağlandıktan yahut evindeki kokudan süründükten sonra camiye gelir, yan yana oturan iki kişi arasını açmaz (yani iki kişiyi sıkıştırıp ortalarına girmez) daha sonra (Allah tarafından) ona yazıldığı kadar namaz kılar, sonra da imam hutbeye başlayınca (namaz bitinceye kadar) susarsa, o Cuma ile öteki Cuma arasındaki günahları bağışlanmış olur.” (Buhârî, Cuma, 6) Hayırlı Cumalar… |