Yaratılışı gereği, birçok güzel hasletlerle donatılan insanın nefsi aynı zamanda hırs, kin, nefret, haset ve öfke gibi duygulara da açıktır. “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip, ona kötülük duygusunu ve takvayı ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems,7-8-9), Ayeti kerimeleri bu gerçeği açık bir şekilde dile getirmektedir. Bunun doğal sonucu olarak da insan, bazen doğruyu yanlış, çirkini güzel, batılı hak olarak görerek yanılabilmektedir. Nitekim Kur´an, açık bir düşman olan şeytanın bu sinsi ve düşmanca tavrını şöyle ifade etmektedir: “Elbette (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (A´râf,17) O halde insan, nefsin ve şeytanın aldatmalarına karşı daima dikkatli ve uyanık olmak zorundadır. Her ne şekilde olursa olsun insan, bazen nefsin yada şeytanın aldatmalarından biriyle karşı karşıya kalabilmektedir. Bundan kurtulma yollarından biri de, insanın daima kendi duygu ve düşüncelerini kontrol altında tutmasıdır. Bu itibarla insan duygu ve düşüncelerinde Allah´ın rızasına muhalif bir yön bulunup bulunmadığını sürekli kontrol etmelidir. Kendi kendini bir kısım sorgulama hisleri ve yöntemleriyle muhasebe etmelidir. Zira böyle bir duygu taşımayan insanların, bulundukları iyi hali devam ettirebilmesi mümkün değil gibidir. Şunu herkesin iyi bilmesi gerekir ki, nefis ve şeytan her an, her yerde bir tuzak kurup, kendisini beklemektedir. Bu nedenle kişi daima muhasebe ve murakabe içerisinde olmak zorundadır. Zaten bu şekilde kontrollü hareket etmediği sürece, insanın bir şekilde nefis ve şeytanın ağlarına takılıp kalması ve daha sonra telafisi mümkün olmayacak yanlışlara düşmesi kaçınılmazdır. Mağrur davranıp, hep kendinden emin olan ve dolayısıyla kendini bu yönde kontrol etme ihtiyacı hissetmeyen kişilerin, her an hataya düşebilecekleri kaçınılmaz olur. Bu sebeple insan, boş durmamalı ve daima kendisini zinde tutacak, günahlara meyletmeye fırsat bırakmayacak işlere yönelmelidir. Kur´an-ı Kerim´de, Mü´minlerin özellikleri sıralanırken; “Onlar boş ve faydasız işlerden yüz çevirirler.” Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (Mu´minun,3) ayetiyle bu konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Hz. Peygamberimiz de zaman zaman değişik vesilelerle sözlerinde ve dualarında, fayda sağlamayan ilimden, iş ve uğraşlardan uzak durmayı, İslâm´ın güzelliği olarak nitelendirmesinin anlamı daha iyi anlaşılmaktadır. Kur´an-ı Kerim´de, şeytanın insan için açık bir düşman olduğu beyan edilerek şöyle buyurulmaktadır: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah´a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet,36) Bu ayeti kerimede şeytandan Allah´a sığınma öğütlenmektedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v)´de nefis ve şeytanın, çeşitli kandırmalarından korunmak için, “Allah´ım, taşlanmış (kovulmuş) olan şeytandan sana sığınırım.” (İbn Huzeyme, 472) şeklindeki duasında olduğu gibi, bizlere birçok dua örnekleri sunmuştur. Dualar moral değerler açısından irademize kuvvet verip, bizim hayra yönelmemizi sağlayacağı gibi, aynı zamanda nefis ve şeytandan gelebilecek tehlikelere karşı, dua vesilesiyle kazandığımız manevi güç bizi muhafaza edecektir. Dua etmek, Allah´a güvenmek demektir. Allah´a güven ise ancak O´na tam anlamıyla inanmakla olur. Dua, kulu Allah´a bağlayan bir köprüdür. Allah´a yalvarma ve duanın coşkun hisleri içinde insanın vicdanı yıkanır. Temiz bir gönül, temiz bir vicdan gölgesinde kul Allah´ına yaklaşır. Duadan mahrum kalan kişiler ruhen kör bir halde yaşarlar. Peygamber Efendimizin şu dualarını hatırlamakta fayda buluyorum: “Allah´ım seni hamdinle tenzih ederim, senden başka ilah yoktur, günahım için affını dilerim, rahmetini talep ederim. Allah´ım ilmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma, katından rahmet lütfet. Sen lütfedenlerin en cömerdisin.” (Ebu Davud, Edep, 108, (5061) “Allah´ım kabul edilmeyen duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen nefisten, faydası olmayan ilimden sana sığınırım.” (Tirmizi, Deavat,69 (3478) Müslümanlar üzerine vacip olan bir dua şekli de salât-ü selâmdır. Salât, lügat olarak dua, tebrik, ta´zim manalarına gelmektedir. İslâm dini Rasûlullah´a salat okuyup selâm göndermeyi, kulluğun izharında mühim ve müesser bir vasıta yapmıştır. En makbul bir dua olan salât, bütün dualarımızın makbul olması için başlangıç şartı olarak kabul edilmiştir. Dualarımızın başında, ortasında ve sonunda salavat okunmalıdır. Rasûlullah´a salât-ü selâm okumak bizzat yüce Allah´ın emridir: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber´e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde O´na salât, selam edin” (Ahzab,56). Ebu Hureyre (r.a)´de Nebi (s.a.v)´in: “Vallahi ben, günde yetmiş defadan çok muhakkak istiğfar ve tevbe ederim.” Buyurduğunu işittim dediği rivayet olunmuştur. (Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Terc. 12/335) O kimse hakkında duanın kabul olması için istenilen şeyin hayırlı şeylerden olması, günah cinsinden, Sünnetullah´a muhal şeylerden olmaması gerekir. |