Yıl 1912…
Çok yıllar önce, Avrupa Kıtasını ve dolayısıyla Avrupalıları korkudan kaçacak delik aratan şanlı Osmanlı: Dün kapısında postal yalayıcılık yapan Bulgarların karşı-sında, çil yavrusu gibi dağılmış, payitahtı kurtarmak için, başta Ruslar olmak üzere, Batılı Hükümranlara el pençe divan durmuş, bedelini de birçok Balkan Topraklarını kaybetmekle ödemiştir…
Osmanlı Ordusunun Subayları utancından resmi giysileriyle sokağa çıkamaz olmuş; herkes sivil…
Hey Osmanlı hey!
Nereden nereye…
Yıl 1915; Aynı Osmanlı, aynı ordu…
Yer, Çanakkale ve Gelibolu yarımadası, I. Dünya Savaşındayız.
Düşman: Yenilmez armada; İngiliz Fransız Ordularından oluşan, Anzak takviyeli, güçlümü güçlü…
Karşılarında vatan topraklarını savunmak için toplan-mış dünün Balkan mağlubu, moralsiz, imkânsız; ama göğsünde bir tek vatan aşkı ve inancı kalan Osmanlı Askerleri...
Başlarında Limon Paşa, Almanya’dan ithal Ordu Komutanı: “El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar.” Özde-yişi örneği, düşman Anafarta kıyılarına çıkarma yapar- ken, onları Saros Körfezinde bekleyen öylesi bir komutan işte…
Düşman neredeyse Yarım Adayı işgal edip, boğaz savunmasını etkisiz hale getirecekken:
Bir Ayyaş!
Rütbesi ufak, ama yüreği, vatan sevgisinin işgali altında; tümenler, kolordular, ordular az geliyor engin dehasının karşısında…
Yenilmez bilinen zırhlıları, topları, tüfekleri, o asrın en modern olanakları ile çullansalar da, birleşik güçler; Bir Çift mavi gözün ışınlarına dayanamayıp, mağlup olup gidiyorlar…
Ayyaş da ayyaşmış ha!
Hey Yüce Allah’ım! Neredeeen nereye…
Yıl 1918: Mondros…
Yıl 1920: Sevr…
Osmanlı’nın idam fermanını hazırlayan anlaşmalar…
Anadolu, Trakya öbek, öbek emperyalist güçlerin paylaşım alanı…
İşgaller ve işgaller…
Osmanlı tahtını ve tacını kurtarma derdinde… Saray damadı Sadrazam Ferit Paşa: İngiliz Yüksek Danışmanı Hohler’e başvuruyor; “Bütün umudumuz Allah’ta ve İngiltere’de, İstediğiniz herkesi tutuklamaya hazırım Vs, Vs…”
Öte yandan:
Üç, Beş Ayyaş bir araya gelir en Ayyaşın liderliğinde. Verdikleri karar gereği, Anadolu’ya dağılırlar; toplarlar etraflarına kökten Ayyaş olan onca yurt severi, Yaradan’a sığınarak, Kars’tan başlayıp, İzmir’den çıkarlar. Aka çevirirler karaları, sararlar yaraları, mutlu kılarlar gözü yaşlı anaları…
Ağızları salyalı çakallar, geldikleri gibi giderlerken umutları sönmüş olarak, Osmanlı’nın küllerinden de, ye-ni bir devlet; genç Türkiye Cumhuriyeti doğar…
Bu Ayyaşlar da ne ayyaşmış ha!
Yaradan’ın gücü işte: Neredeeen nereye…
Gün döndü devran döndü…
Kin tohumlarının boy verdiği alemi cihanda, ayaklar baş, ayyaşlar da ayak olunca…
Ve:
Biriken kinler, intikam duygularına dönüşüp meydan boşalınca:
80 yıllık birikimler, 10 yıl gibi bir zaman diliminde savruldu gitti; göz nuru el emeğiyle yabancılardan söke, söke geri alınan ulusal değerler, “İleri Demokrasi”nin, liberal yutturması sonucu; teker, teker elden çıkarıldı…
Bunun içindir ki:
Paradan sorumlu, ayaktan türeme bir başımız: “Artık satacak bir şeyimiz kalmadı.” diyerek; çok başarılı ve yetenekli bir tüccar olduğumuzu! Kıvançla ilan ediver-di…
Ayyaşlar, yemez içmez, bulur, buluşturur, gelecek nesillere birikim yaparken; zamanın ayyaş olamayan ayakları baş oluverince; hayırsız miras yediler gibi kin dolu hırsları, engellenmeyen ihtirasları uğruna, memleketi satıp ülkeyi bir çuval samana muhtaç ettiler…
Hey yavrum hey! Neredeeen nereye!
Bilir misiniz siz Kunuri’yi? Güney ve Kuzey Korelerin sınırında bir savaş alanıdır…
İşte orada; başta Amerikalılar olmak üzere, Birleşmiş Milletler koalisyon askerlerini Kızıl Çin ablukasında yok olmaktan kurtaran, Türk Tugayını hatırladınız mı? Tugay Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı ve yardımcısı Albay Celal Dora ve onların emrindeki yiğit komutanlar ve Mehmetler…
Mehmet Oğlu Mehmetler; güzünü budaktan, canını Ezrailden esirgemeyen, ölüme bile; Alla, Allah nidalarıy-la koşarak giden kahramanlar…
Yakın tarihimizde 1974’de Kıbrıs’da:
Azgın Rumların mezaliminden ırktaşlarını kurtarmak için adaya, havadan indirme, denizden bindirme yaparak dünyada emsalsiz bir destan yazan, Türk subay, erbaş ve erlerinden oluşan Ayyaş oğlu Ayyaşlar, tüm dünyada saygı seli yaratırken heyhat!
Heyhat ki ne heyhat…
Ama:
Dün ayakta peşrev dövenlerin başa soyunduğu günümüzde; Kuzey Irak Süleymaniye ilinde, Türk Subaylarının başına çuval geçirip dolaştıran ve itibarımızı ayaklar altında paspas yaptıran, Amerikalı komutan DAVİT PETRAEUS’UN CİA Başkanı olarak ülkemize ziyaretinde, devlet töreniyle karşılanıyordu…
Müttefikimize kıyak olsun diye yani…
Saygıdan canım!
Demek ki: Papaz elbisesi giymek böyle bir şeymiş; doruklardan ayaklar altına düşmek…
Ey Allahım! Sen benim aklıma mugayyet ol…
Neredeeeen Nerelere…
Neyse ki:
Taksim Gezi Parkında kök salıp, tüm Türkiye’de filiz salan genç Ayyaşlar umut oldu…
İnşallah budanmazlar…