Günümüz insanları hiç ölmeyecekmiş gibi bir duyguyla yaşıyor artık.
Hepimiz bir gün öleceğimizi biliyoruz ama üzerine bastığımız toprağın hiç yok olmayacağını ve birer fani olan bizlerin de hiç yok olmayacağı gafletine kapılıp gidiyoruz.
Oysa ki, üzerinde yaşadığımız Dünya’nın da bir gün ayağımızın altından yok olup gideceğini ruh dünyamızda idrak etmiş olabilsek, işte o gün bütün önlenemeyen hırslardan, tutkulardan kurtularak daha mutlu ve doğru bir hayat yaşamış olaraktan, bu fani dünyaya elveda diyebilmiş olacağız.
Artık ölüme bakışımızı yitirmiş durumdayız. Günümüz insanı sürekli cep telefonları, internet, televizyon, lüks arabalar, mahalle kültüründen uzaklaşarak siteler içerisindeki lüks evler ile zihinlerini bulandırıyor. Eskilere göre günümüz insanı ölüm dikkatini yitirmiş durumda, ölüme dikkat etmiyor.
Kimse akıllara ölümü getirmek istemiyor. Ölümden kaçılıyor, ölüm hep soğuk görülüyor yok gibi düşünülüyor.
Oysa, ölüm hiç kimseye torpil geçmeden, ayrım yapmadan, bizleri hiç ummadığımız anda yakalayıveriyor. Ölümden kaçış yok, biz ne kadar ölümden kaçmış olsak da, Kemal Tahir ne güzel söylemiş.
“Ölmemek için kaçan, bacaklarını beyhude yormuş olur”
Cenap Şahabettin’in ifadesiyle, “Hepimiz ölümün nişanlısıyız”
Evet aynen öyle. Bizler ölümü unuttuk ama ölüm bizleri unutmuyor.
Şu dörtlük ruhlara ne güzel sesleniyor;
“Gafil olma insanoğlu,
Seyreyle sağı solu,
Her canlının toprak sonu,
Ölümünden şüphen mi var.”
Rahmetli şair Erdem Beyazıt ne güzel dile getirmiş. “Biliyorum yaklaşıyoruz her an, biliyorum oruçlu doğar insan ölümün iftar sofrasına…”
Evet, bizler ölümü unutsak da, rahmetli bilge şair Erdem Beyazıt’ın bu güzel sözleri üzerine fazla söz söylemeye gerek kalmıyor.
Hepimiz ne yaparsak yapalım kaçınılmaz son, ölüm bizleri hiç unutmuyor.