Bir insanın değerini para ile ölçebilir misiniz?

Bir insanın değerini para ile ölçebilir misiniz?

Düşünün ve karar verin…

Oğlunuzun, babanızın, kardeşinizin, dayınızın, amcanızın, kocanızın, hasılı kelam bir yakınızın yaşam varlığını kaç para ile ölçersiniz?

On Bin yeter mi?

Yüz Bin…

Üç Yüz Bin, Beş Yüz Bin ya da Bir Milyon…

Hadi biraz daha çıkalım:

Bir Milyara ne dersiniz ha! Yeter mi?

“Bu paralar bize gelsin de ölen önemli değil; biz bundan sonraki yaşamımızda rahat ve huzur içinde oluruz.” diyebilir, o paraları kemali afiyetle harcayıp yiyebilir misiniz?

Evet diyorsanız şayet: Bu yazıyı okumadığınızı, böyle bir yazıyı görmediğinizi farz edebilirsiniz…

Burada bir gerçeğin altını çizelim:

Vatanın çıkarı için, gereğinde herkes ölebilir; bu uğurda ölen de şehittir zaten…

Ama:

Bir ihtiras, bir inat, bir şöhret uğruna; bu ülkenin insanlarını deniz aşırı yad ellere insani yardım mahsumiyeti altında ölüme göndermek hangi aklın ürünüydü?

İsrail: (Canı cehenneme bu ayrı konu)

“Gazze’ye bu şekil yardıma karşıyım: gelme! Ne olur gelme! Gelirsen engel olurum.” diyor.

İnat ediyorsun; onur meselesi yapıyor, kimseyi dinlemiyor, uluslar arası kuralları değil, kendi iradeni dayatıyorsun…

Sonra:

Tarafsız kara sularda gemimiz gasp ediliyor, Dokuz yurttaşımız katlediliyor ve onları koruyacak en ufak bir girişimin olmuyor…

Sahi:

Ne yapıldı?

Söylenildiği gibi; Harp gemilerimizle Mavi Marmara korunabildi mi?

---?

Yazık oldu yurdumuzun Dokuz canına, bir hiç uğruna ölüp gittiler, ruhları şad olsun…

Onlar şehitlerimizdir dediler…

Doğrusuna Allah karar verir elbet; İnşallah öyledir…

Aslanlar gibi kükremiştik:

“Kırmızı çizgilerimiz var: Özür isteriz, şehitlerimiz için tazminat isteriz, yoksa! İsrail bizim için bitmiştir.” diye.

Tüm Türkiye ayağa kalktı o zaman; “Türkiye seninle gurur duyuyor.” Çığlıkları yeri göğü inletti… Kahraman olduk, hem de: Dokuz canın ruhu üzerine yükselen en büyük kahraman!...

Oysa:

Özür: Bilmeden, ya da kaza ile yapılanlar  için geçerlidir. Burada İsrail, kendi gücünü göstere, göstere yapmıştı bu işi, hem de uluslar arası kara sularında… 

Aradan Üç Yıla yakın zaman geçti…

“Düşmanımın düşmanı dostumdur.” demeyip, “Düşmanımın düşmanı benim de düşmanımdır.” diyerek Suriye rejimine düşman olduk…

Hem de:

Çok kıza zaman öncesi, Suriye rejimi ile “Can ciğer kuzu sarması” iken…

İsraillere inat yani…!

Vakti saat doldu ki: İlahi bir güç! Yahudistan’a geldi. İsrail oğulları üzerine öyle bir okudu üfledi ki: Ossaat onlar titreyip kendilerine döndüler! Ve yapıp ettiklerinden pişman olaraktan! Hemen telefona sarılıp: “Sizden özür diliyoruz ve de tazminatı da kabul ediyoruz.” dediler…

Allaaaah!

Ankara Caddelerindeki reklam panoları tekmili birden afişlendi; “Seninle gurur duyuyoruz” söylemleriyle doldu taştı…

Hepimiz gurur duyalım duymasına da:

Hani bir söz vardır: “Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü.” diye…

Zamanlamaya bir bakar mısınız?

Gündemdeki barış sürecinde, bilinmesi şimdilik sakınca doğuracak tavizleri halktan gizlemek için düşünülmüş tezgahın dik alası….

Amerika, İsrail ve Türkiye’yi yönetmekle yükümlü yetkililerin beraberce kurdukları bir tezgah yani…

Öyleye canım:

29 yıldır ülkeye kan kusturan terörün kurmayları hiçbir taviz koparmadan “Biz pes ettik hatalıymışız, yeni anladık.” deyip, tası tarağı toplayıp ülkeden neye çıksın?

Diyarbakır’da, Nevruzu da bahane yaparak, Yüz Binleri çok aşan bir kalabalıkla neden bayram yapsınlar?

Türk halkının gazını alıp “cambazı seyrettirmek” için; Amerika’nın telkiniyle İsrail’in özür dilemesi ve tazminat kabulü, tam bir elma şekeri…

Benim canım halkım!

Sen elmanı yala ve cambazı seyret! Atı alan Üsküdar’ı geçmiş bile. Bu kahramanlıklar bizlere biraz değil, çok tuzluya patlayacak gibi…

Benden hatırlatması…