Neticede şehirlerinin Goben ve Breslau savaş gemileri tarafından bombalanması Rusya’nın 1 Kasım 1914’te Osmanlı Devletine karşı savaş ilan ederek doğu cephesinden harekete geçmesine, İngilizlerin de önce Akabe limanı ardından da Çanakkale boğazındaki tahkimatları ateş altına almasına sebep olur. 11 Kasım 1914’te de, Osmanlı Devletinin, İngiltere ve Rusya’ya karşı “Cihad-ı Mukaddes” ilan etmesiyle birlikte artık topyekün savaşa girilmiştir. Peki, yayınlanan bu “Cihad-ı Mukaddes” ile yapılan çağrı gerek Irak ve Basra bölgesinde gerek Hicaz bölgesinde yaşayan Arap aşiretleri üzerinde etkili olmuş mudur? Bunun etkili olduğunu söylemek maalesef pek mümkün değildir. Üstelik bölgede mevcut olan Türk askerinin 8.000 kişilik bir birlikten ibaret olması ve cihad-ı mukaddes ilan edilmesine binaen bölgedeki Arap aşiret liderlerinin harekete geçeceğine güvenerek mevcudunun arttırılmamış olması önemli bir eksikliktir. Bunun yanında askerlerimizin silah ve teçhizat bakımından da zayıf olması, birliklerimizin 6 Kasım 1914’te Fav kasabasına çıkartma yapan İngiliz güçleri karşısında tutunamayıp Şattülarap boyunca kuzeye doğru çekilmesine sebep olacaktır.
İngilizlerin bir kolordu düzeyine çıkartarak harekete geçtikleri ve Basra bölgesini istila ettiklerinde bazı Arap aşiretleri İngiliz askerlerini sevinç gösterileri ile karşılamışlardır. Buna mukabil Irak’taki aşiret reislerinden Uceymî (Acemî) Sadun Paşa, 2 Ocak 1915 tarihinde Irak Bölgesi Genel komutanlığı görevine getirilen Yarbay Süleyman Askeri Bey’in yanında yerini alacaktır.
Süleyman Askeri Bey, Teşkilat-ı Mahsusa örgütünün önde gelen liderlerindendir ve bölgedeki güçlerimizin sayıca az olmasına rağmen bölgeyi, arazi yapısını ve bölgede yaşayan aşiretleri iyi bilen bir subay olarak yerel kuvvetlerin de desteğiyle başarılı olacağını, emrindeki Osmancık taburuyla uyguladığı gayri nizami savaş stratejisiyle İngilizlerin ilerleyişini durdurabileceğini düşünmektedir. Nitekim 1915 Ocak ayı boyunca İngilizlere ağır kayıplar verdirir. Bu muharebelerden birinde ayağından yaralanmasına rağmen cepheden ayrılmayı düşünmez bile. Mart ayı boyunca emrindeki kuvvetlerle İngilizler arasında Şuayyibe bölgesinde mevzii muharebeler süre gelir. Süleyman Askeri Bey, 12 Nisan’da Fırat nehri boyunca İngilizlere karşı yapılacak kesin bir taarruzla Basra bölgesinin tekrar ele geçirilebileceğini düşünerek bu yönde bir plan yapar. Fakat onun bu planı Arap aşiret güçlerinin kısa bir sürede çözülüp dağılması sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanır. Bu defa İngilizler Türk kuvvetlerine karşı taarruza geçer ve birliklerimizin ağır kayıplar vererek bölgenin 120 km kuzeyine kadar geri çekilmesine sebep olur.
Süleyman Askeri Bey gururlu bir subaydır. 3.000 kişiden fazla kayıp verdiği Şuayyibe yenilgisi sonrasında bunalıma girer ve silahını şakağına dayayarak hayatına son verir.
Süleyman Askerî Bey’den sonra yerine geçici olarak Dağıstanlı Mehmet Fazıl Paşa getirilir. Kısa bir süre sonra da Irak ve Havalisi Komutanlığına Albay Nurettin Bey (Sakallı Nurettin Paşa) atanır. (Nisan 1915) İngiliz istihbaratı, Şuayyibe savaşının sonrasında özellikle şiilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde Türklere karşı halkı ayaklandırabilmek için propaganda faaliyetlerine girişir. Necef ve Kerbelâ’da Osmanlı idaresine karşı ayaklanmalar çıkar.
Albay Nurettin Bey’in göreve başladığı günlerde İngiliz ordusundan General Sir Charles Townshend’de Irak Cephesindeki 6. Tümen Komutanlığına atanmıştır. Albay Nurettin Bey, 19 Mayıs 1915’te Bağdat’a ulaşır, görevi devralır ve ilk iş olarak muharebe hatlarını denetleyerek gerekli savunma tedbirlerinin alınması için emirler verir, Kurna’nın kuzeyi ve Nasıriye istikametinde geri çekilen birlikleri düzenleyerek güçlü bir savunma hattı oluşturur.
İngilizler 31 Mayıs 1915’te Kurna’nın kuzey istikâmetinde yeniden taarruza geçince Türk birlikleri İngiliz kuvvetleri karşısında tutunamamış, Arap aşiretlerinin düzensizlik ve isyanlarının her geçen gün artması Türk birliklerini Kurna’dan sonra Nasıriye istikâmetinde kuzeye doğru çekilmek zorunda bırakmıştır. Sonuçta İngilizler 03 Haziran 1915’de hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın Ammare’yi işgal eder.
Türk birlikleri bölgede sadece İngilizlerle mücadele etmiyordu, aynı zamanda aynı inançtan olduklarını düşündükleri, ancak din-iman tanımayan asi Arap aşiretlerinin baskın tarzı akınlarıyla da yıpranmaktaydı. Albay Nurettin Bey, Başkomutanlık vekâletine gönderdiği bir mektupta bölge halkından olan subayların muharebelerde isteksiz davrandıklarından ve aşiretlerin de birkaçı hariç güvenilemez olduklarını ifade eder.
Irak cephesinde bir başka problem de, iki nehrin arasında mevcut olan geniş bataklıklar sebebiyle sıtma ve koleranın yaygın bir hastalık haline gelmesiydi. Tabii, bu tehdit her iki ordu için de geçerliydi. Hatta General Townshend, hatıralarında, Ammare’yi ele geçirerek ardından Nasıriye’ye ilerledikleri günlerin ertesinde kendisinin de sıtmaya yakalandığını ve tedavi için Hindistan’a gitmek zorunda kaldığını belirtir. Irak cephesine ancak Ağustos ayı ortasında dönebildiğini ifade eder.
Albay Nurettin Bey, kalabalık İngiliz ordusu karşısında daha fazla yıpratmamak için birliklerini taktik geri çekilme planı çerçevesinde kuzeye doğru çekmeye karar verir. Nurettin Bey yeni bir savaş planı yaparak İngilizleri mümkün olduğunca cephenin iç kesimlerine doğru çekerek imha etmeyi düşünür. İngilizlerle aradaki mesafe mümkün olduğunca açılacak ve Türk kuvvetleri Selman-pak mevzilerine kadar çekilecektir. Bu çekilmede kazanılan zamanla Türk birliklerine yeniden bir çeki düzen verilecek, personel ve silah ikmali yapıldıktan sonra muharebeye girişilecekti. Ancak Enver Paşa, Türk birliklerinin 120 km gibi uzun bir mesafede kuzeye çekilmelerini uygun görmez, elverişli bir mevzide durulup savunma tedbirlerinin alınmasını ister.
26 Eylül 1915’de General Townshend, Kutü’l-amare’ye hücum kararı almıştır ancak, Albay Nurettin Bey, zaten gizlice Kutü’l-amare’yi boşaltıp kuzeye çekilmiştir. Albay Nurettin Bey’in gizlilik içinde gerçekleştirdiği taktik geri çekilme planı İngilizleri şaşırtmıştır. Türk kuvvetlerini takip eden General Townshend, 5 Ekim 1915 tarihinde Kutü’l-Amare’nin 100 km kuzeyindeki Aziziye’ye (Bağdat’a 80 km mesafede) ulaşmıştır. Ancak İngiliz komutan hiç bir zaman aradığı fırsatı bulamamıştır. Albay Nurettin Bey yaptığı yeni plana göre, Aziziye ile Bağdat arasındaki Selman-Pak’ta birliklerini konuşlandırdıktan sonra İngiliz ordusuna son darbeyi burada indirmek düşüncesindeydi. Selman-pak, Müslümanlar için kutsal bir mekândır ve Hintli Müslümanların dini duygularının harekete geçmesinden çekinen İngilizler, müslüman askerlerin Selman-ı Farisî’den etkilenmemesi için bölge ile ilgili yazılı ve sözlü emirlerinde antik dönem Helenistik çağdaki “Ctesiphon” adını kullanırlar.