Bazı acılar bağırmaz; içimize yerleşir, sessizce bizi tüketir. Küçük bir ihmal, incitici bir söz ya da görmezden gelinen bir duygu… Tüm bunlar zihnimizde yankılanır, içimizde büyür ve sonunda bizi yıpratır.
Eğer yaşadığımız olumsuzlukları içimize atar, paylaşacak veya bizi gerçekten anlayacak birini bulamazsak, kaçınılmaz olarak yoğun stresin altında eziliriz. Hem ruhumuzu hem de bedenimizi yıpratırız. En kötüsü, bunu çoğu zaman farkında bile olmadan yaparız. Başkalarının bize hissettirdikleri çaresizliği içselleştirip, kendimize en büyük haksızlığı ederiz.
İnsanların bizimle ilgili söyledikleri, düşündükleri ya da sergiledikleri tavırlar çoğu zaman kendilerine aittir. Bizi öznelleştirerek, kendi korkularını, eksikliklerini ve yaralarını ortaya koyarlar. Seni yargılarken, aslında kendi iç hesaplaşmalarını yaparlar; akıl verirken ise üstünlük kurmaya çalışırlar. Fakat biz bunu fark edemeyip, onların yükünü de sırtımıza alırız.
Bir söz, bir bakış ya da bir ihmal, yalnızca üzerimizde bıraktığı etki kadar güçlüdür. Asıl mesele, bu etkiye ne kadar izin verdiğimizdir. Bizi küçümseyen, yargılayan ya da haksızlık eden biri, kendi eksiklikleriyle yüzleşmek istemediği için böyle davranır. İçindeki karmaşayı bize yansıtır. Biz de bunu kişisel alıp, yük olarak omuzlarımıza bindiririz.
Başkalarının gözleri, bize bir ayna tutulur. Ancak aynada gördüğümüz şey, onların kendi yansımalarıdır. Bizi eleştirirken, aslında kendi korkularını, eksikliklerini ve iç çatışmalarını yansıtırlar. Bu yansımayı kendi gerçeğimiz sanırsak, onların gölgesinde kayboluruz.
Herkes kendi yükünü taşımalıdır. Başkalarının iç dünyasındaki eksiklikleri onarmak, bizim sorumluluğumuz değildir. Bu yüzden, başkalarının bizim hakkımızda söylediklerini, düşündüklerini hatta bize nasıl davrandıklarını hayatımızın merkezine koymamalıyız. Kendi iç sesimizi dinlemeli, değerimizi başkalarının gözlerinde aramak yerine, kendi içimizde bulmalıyız.
Friedrich Nietzsche, insanın kendini başkalarının bakış açısından bağımsız olarak tanımlaması gerektiğini söyler:
“Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğüyle fazla ilgilenmeyin. Çünkü onlar, kendileri hakkında ne düşündüklerini bile nadiren bilirler.”
En önemlisi, ne olursa olsun, kendimize karşı adil olmalıyız. Çünkü en büyük haksızlık, kendi ruhumuzu ihmal etmekte yatar.
Başkalarının sözleri ve davranışları bizim gerçeğimizi tanımlamaz. Kim olduğumuzu, ne hissettiğimizi ve neyi hak ettiğimizi en iyi biz biliriz. Fakat bazen o kadar yoruluruz ki, kendi iç sesimizi duyamaz hale geliriz. İşte tam da bu noktada durup düşünmeliyiz: Kendi duygularımıza ne kadar alan tanıyoruz? Kendi kırgınlıklarımızı ne kadar ciddiye alıyoruz?
Hayat, başkalarının bizim hakkımızda düşündüklerinden ibaret değildir. Biz, başkalarının yargılarının ötesinde bir değere sahibiz. Önemli olan, bu değeri kendi içimizde fark edebilmektir.
Bazen susarak, bazen geri çekilerek, bazen de yüksek sesle “hayır” diyerek… Her şekilde, kendimizi koruyarak ilerlemeliyiz. Çünkü insanın kendine duyduğu saygı, başkalarının biçtiği değerden çok daha önemlidir.
Ve belki de en büyük özgürlük, kimsenin bizim üzerimizde söz sahibi olmadığını fark ettiğimiz andır.
“Sen en son ne zaman kendi iç sesini gerçekten duydun?”