Anadolu Ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin güçlü elleriyle 23 Nisan 1920’de projesi çizilen ve 29 Ekim 1923’de kurulan cumhuriyet rejiminin temellerinde “Halkçılık” taşı vardır… Başka bir tanımla: Devletimizin temel taşı “Halkçılıktır.” Hiçbir sınıf esasına dayanmayan, Misak-i Milli sınırları içinde yaşayan; dili, dini, ırkı ne olursa olsun herkesi kucaklayan… Köylüsü kentlisi, fakiri zengini, okumuşu cahili, makam sahibini çobanı, kadını erkeği, hasılı kelam; insan olan herkesi, ayrımsız eşit mesafede tutan ve öyle gören bir ilkedir “Halkçılık...” Halkçılık, 9 Ekim 1923’de Mustafa Kemal tarafından Halk Fırkasıyla vücut bulmuş, günümüze dek değerini hiç kaybetmeden her siyasi söylemin can simidi olagelmiştir… 29 Ekim 1923’de devlet şeklimiz “Cumhuriyet” olarak TBMM’de kabul görünce: Hanedanlık hegemonyası tarihin çöplüğünde yerini bulmuş; bir daha hortlamamak üzere, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin,” yani halkın olmuştur… “Cumhuriyet” öyle bir rejimdir ki, yetkiyi yalnız ve yalnız halkından alır. Din tabanlı cumhuriyet olmayacağı gibi, ekonomiye dayalı cumhuriyet de olamaz… Biri gücünü ilahi emirden alırken, ötekisinin de belirleyicisi, kapital ya da zümre hakimiyetine dayalı yöntemlerdir… İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti Vb, konuya canlı örneklerdir… Tarihe baktığımızda:  10 Kasım 1924’de, Parti Sekreteri Recep Peker’in önerisiyle; Halk Fırkasının başına Cumhuriyet eklenerek Parti, Cumhuriyet Halk Fırkası adını almış, 1927 Olağan kurultayında da; Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Laiklik, devlet ilkesi olarak kabul edilmiştir… Bidayette, yani 10-18 Mayıs 1931 Tarihinde (O zamanki kurultaylar, şimdiki gibi seçime endeksli değil, ülke sorunlarına çözüm arayacak ölçüde geniş zaman diliminde çalışmaktaymış) yapılan kurultayda: Halkçılık-Cumhuriyetçilik-Milliyetçilik ve Laikliğe, Devletçilik ve Devrimcilik de eklenmiştir.  Böylece tek parti döneminin ve dolayısıyla devletin rehberliğini bu Altı temel ilke yapmıştır… Tam Doksan Yıldır, devletin anatomisini oluşturan bu ilkeler, değişen farklı yapıdaki iktidarlara rağmen gücünü ve işlevini sürdüre gelmiştir… Bu Altı temel ilke sanki birbirlerinin tutkalıdır; hiçbirini diğerlerinden ayırmak olmaz… 1950 14 Mayısında, CHP’den iktidarı alan DP, (Demokrat Parti) Laiklik ilkesiyle çokça uğraşmış, ama üç beş tuğla sökse de bina sapasağlam yerinde durmuştur, durmaktadır… Oysa: Laikliğin olmadığı ortamlarda, demokrasi ve insan hakları hep havada kalır ayakları yere basmaz; hatta din özgürlüğü bile baskı altında olur… Demokrat Partiden bu yana ülkeyi yöneten siyasi güçler, oy iştahlarını halkın dini duygularıyla oynayarak artırmayı hedeflediklerinde, hep Laikliği öcü gibi göstermişlerdir…  Özellikle: Son On Yıldır ülkemizde hüküm süren iktidar önderlerinin genel kabulü: “Birey Laik olmaz, devlet Laik olur.” gibi temelsiz söylemlerle kavram kargaşası yaratmakta çok hüner sahibi olduklarını göstermektedirler… Bilinene o dur ki: Laiklik tanımı, salt dinlerdeki inancı değil; tolumun, sosyal ve kültürel yapılanmasındaki özgürlükle-ri de kapsar. (Demokratlık ve İnsan hakları gibi.) Öte yandan: Söz konusu edilen bizim kutsal dinimiz ise: O’nun tek öğreti kaynağı olan Kuran; eğer kendi anladığımız dille okunacak olunursa, dinimizdeki serbestliği içeren emirleri görebilmek olasıdır... (Kafurun Suresi ve Bakara, Ayet 256 Vb…) Şimdi: Kuruluşundan günümüze kadar Türkiye Cumhuriyetini dimdik ayakta tutan yukarda konu edilen Altı Temel İlkeyi inkar etmek haksızlık olmaz mı? Hangisinden vazgeçelim? Halkçılığı mı inkar edeceğiz, Cumhuriyeti mi yok sayacağız, ya Milliyetçiliği mi görmezden geleceğiz, (O Milliyetçilik ki: Ülkemizde var olan, dinlerin, mezheplerin, irili ufaklı çeşitli ırkların bir bütünüdür, bir sentezidir…) Devletçiliği ekonomiden çıkarsak dahi, sosyal ve kültürel yapıdan nasıl uzak tutacağız, Devrimciliği göz ardı edersek, gelişen dünyadan geri kalmaz mıyız, Laikliği yok sayarak, toplumu kargaşa ve kaosa sürüklemez miyiz?... Her ne kadar: Yabancılar dıştan, biz Hilafet ve Saltanat özlemcileri! İçten, tüm gücümüzle salladığımız bu ülke halen yıkılamıyor ayakta ise: Unutmayalım!  Bunu: Devleti, bu Altı ilke ile taçlandıran kadroların emeklerine borçluyuz Bugün: Mirasını sata, sata bitiremediğimiz, sayesinde saltanat sahibi olup, hüküm sürdüğümüz bu Türkiye Cumhuriyeti:  Günümüzdeki bazı buyurganların buyurdukları gibi! İki ayyaşın eseri olsa dahi, kutsaldır; uğruna ölünülür. Keşke! Onlar kadar bizler de ayyaş  olabilseydik… Bilmem anlatabildim mi?