TV LERDE BİR YEMEK PROGRAMIDIR SÜRÜP GİDİYOR
Bir arkadaşımı top oynarken ters bir hareketle ayak bağı olan tendon’u nu koparmıştı. Ayağı ameliyat sonrası alçıya alındıktan sonra evde çaresiz mahsur kalmıştı. Zavallım evde bütün gün yattığı yerden TV izliyormuş. Ama öylesine kendini kaptırmış ki, bazı kanallarda ki şu meşhur yemek programlarına varıncaya kadar bir tele kolik olmuş ki sormayın gitsin.
Tabi ne yapsın zavallı o ayak ile dışarıya çıkamadığı için ekrana mahkûm olmuş. Bizim ki TV de yayınlanan hemen bütün programlarını izliyor, biz ziyaretine gittiğimizde başlıyor izlediği programlar hakkında eleştirmeye:
“Arkadaş, neredeyse bütün kanallarda bir yemek yarışması moda haline gelmiş. Hangi kanala baksanız mutlaka bir yemek programı veya yarışması ile karşılaşırsınız!”
Gerçekten ben bakıyorum da şu yemek programları bize neden cazip geliyor? Buna bir türlü anlam veremiyorum. Zaman, zaman bir birleri ile kavga ediyorlar. Araya bazen biip sesi giriyor. Sanırım o an ya kötü sözler söyleniyor, ya da küfürler havada uçuşuyor. Sanki programın amacı dışında bir şov sergileniyor gibi bir durum söz konusu. Bazı kanal küçük altın ve altın bilezik verirken, bazıları da çeşitli para ödülü veriyor.
Televizyon kanalları bir reyting yarışı içinde ne yapsak da daha çok reklam kapsak? Maşallah, son yıllarda bir dizi patlaması yaşıyoruz. Ya tutarsa misali, saçma sapan da olsa ekranlarda bir dizi furyası malum. Eğitici, öğretici ve tarihimizi yansıtan bir kaç dizinin haricinde maalesef elle tutulur bir dizi izlemememiz mümkün değil.
Neyse dönelim bizim asıl konumuza. Arkadaş, bakıyorsun herkes para ve altın kapma peşinde. Kanal, kanal dolaşıp çalışmadan, emek harcamadan para kazanma yolları aranmakta. Amaçları iyi yemek yapıp para kapma peşine düşmüş bir avuç zavallıyı izlerken ya sinir krizi geçiriyorsunuz ya da televizyonu kapatıp “Ooooh be!” diyorsunuzdur.
Ben pek böyle programlar izlemem. Ancak evdekiler işi gücü bırakıp, acaba bu gün Hangi gelin altın bilezik kazanacak? Ya da bir başka kanalda ki yemekteyiz yarışmasında acaba kim, kim ile kavga edecek? Bu hafta kim bilezikleri koluna dizdirecek? Bu böyle sürüp gider. Yeni bir sezon başladı mı? Yine aynı hızla devam edip gider.
Bazı yarışmacılar ise şovmenlik peşindedir. Bu programdan sonra acaba meşhur olurmuyum hayali içindedir. Hal böyle de olunca, TV. Yapımcıları reytingler düşmesin diye başladılar yeni senaryolar yazmaya. Bakmışsınız yarışmacılar bir gün çok iyi anlaşmaktalar. Ertesi gün bir bakmışsınız ki sudan sebepler ile bir birlerine girmişler. O, onun kirli çamaşırlarını ortaya atar ve araya biiip’ler girer. Televizyonların amacı reklam! Peki, bu reklamlara alet olanlar acaba ne kazanıyor bunu anlamakta bir bilmece. Bazen gelinler bir birleri ile kavga ediyor. Bezende gelin kaynanası ile. “Neden benim yaptığım yemeğe düşük puan verdin?” kavgası ile insanları çileden çıkarıyor doğrusu.
Hani yazımın başında da belerttiğim gibi şu güzelim tarihi dizilerimizi izlesek de bu saçma sapan programlara takılmasak ne olur? Hele evde komşusuna:
“Bak şu gelin kaynana var ya tam 35 bilezik götürdü! Ah bu yemek yarışmalarında bilezikler ve küçük altınlar havalarda uçuşuyor.” gibi muhabbetler. Bu duruma hayret etmemek elde değil. Bakın TRT de yayınlanan bir “Diriliş,” “Payitaht Abdul Hamit” “Alparslan Büyük Selçuklu” ve “Selahattin Eyubi” gibi tarihi dizileri ve bilgi ve kültür yarışmalarını izlemek varken, nedir şu yemek programları bunu anlamak gerçekten zor. Bir zamanlar neredeyse bütün kanallarda yayınlanan bir evlilik programlarını hatırlayacaksınız? O programda da reyting uğruna birbirleri ile kavga eden çiftleri soluksuz izleyenlere hayret ederken şimdilerde de moda haline gelen şu yemek programları iyice baydı doğrusu.
Gelelim bizim kaza zade arkadaşımıza, o da kendini öylesine bu tür programlara kaptırmış ki sormayın gitsin! Biz başka muhabbetler açıp konuyu değiştirmeye kalktığımızda o da hemen yine mevzuyu TV de yayınlanan bir programa getiriyordu. Biz çaylarımız içip kalkmak için müsaade istedik. Ama arkadaşımızın gözü hep ekranda idi. Mübarek maalesef iyice tele kolik olmuştu. Annesi bize dönüp:
“Yusuf Bey, sen birde bunu yemek yerken gör. Sanki programın bir başka sürümünü biz evde yaşıyoruz. Yemekten birkaç kaşık alıp, ya tuzuna veya iyi pişmiş olup olmamasına bahane buluyor.” İnsanın kendini böylesine ekrana kaptırmasına şaşmamak elde değil doğrusu.
Aradan geçen bir zaman sonra bu arkadaşı kahve hanede oturup yine TV izlerken gördüm. Ayaklarında ki alçılar alınmış, her şey normale dönmüştü. Ancak normale dönmeyen tek şey arkadaşın TV kolikliği idi. Geçmiş olsun diyerek yanına çöktüm. Bana sadece çay içer misin? Dedi ve tekrar gözlerini ekrana çevirdi. Yine o yemek programları vardı. Ben daha fazla dayanamayıp kalktım bana sadece:
“gidiyor musun?” dedi. Ben hayretler içinde kahveden çıkıp gittim.