Bizim sayın Başbakanımız El-Cezire televizyonuna demeç vermiş; 17 Aralık’ta bir bardak suda fırtına kopartılan yolsuzluklarla ilgili… Pardon! Bağışlayın, hata yaptım. Hata yaptım da, yolsuzluk dedim. Tüm insanlarımızdan, özellikle iktidar yandaşlarımızdan özür dilerim. Beni şaşırtan şu “Paralel Medya ve onun borazancıları!” Oysa: Benim Başbakanıma göre ortada yolsuzluk falan yokmuş; daha doğrusu yolsuzluk tanımına uyan, rüşveti ifade eden, herhangi fiili bir durum mevcut değilmiş… Ey! Türk Dil Kurumu… Ey! Kendilerini dil bilimci sanan anlı şanlı akademisyenler; sizler yıllar yılı bunca insana yanlış bilgi vermiş, yanlış şeyler öğretmişsiniz de bu gariplerin haberi yokmuş!... Allah gani, gani razı olsun El-Cezire Televizyonundan; vesile oldu da yolsuzluğun ve rüşvetin bilimsel tanımını; Büyüğümüz ve ülkemizin dünya çapında lideri, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan öğrenmek şansını yakalamış olduk! Bakın! Yolsuzluk neymiş bakalım: “Yolsuzluk, devletin kasasından gayri meşru paranın çıkmasıdır.” Nasıl? Cuk diye oturmamış mı? Bir de rüşveti öğrenelim: “Rüşvet: “Devletin kasasından çıkan para değil; memurun veya siyasetçinin cebine giren paradır.” Sayın Başbakanım böyle tanımlıyor… İtirazı olan var mı? Olamaz zaten, olmamalıdır da, kimin haddine; doğru söze ne denir? Şimdi: 17 Aralık’ta zuhur eden olayları ele alalım: Başbakanımızın tanımına göre bunların hangisi yolsuzluk, hangisi rüşvet görelim. Bir banka genel müdürünün evinde birazcık pa-ra çıkmış; şöyle Dört, Dört Buçuk Milyoncuk falan! (Her evde bulunabilecek kadarcık…) Nereden çıkmış bu para, hazinenin kasasından mı? Ne alaka? Beyefendi’nin evinde, ayakkabı kutu-larının içinden… Şimdi: Devletin kasasından çıkmadığına göre yolsuzluk olur mu? Hem bu paralar orada, hayırlara vesile olacak! Bazı işler için biriktirilmiş ise, bunun yolsuzlukla ne alakası olabilir? Zaten, bu Dört Buçuk Milyon’un hazine kasasından çıkmadığına inanan Adalet, zanlıları serbest bırakmıştır. Yani bu işlerin yolsuzlukla ilişkin olmadığı kanunen de tescil edilmiştir… Buncaaz para! Nasıl kazanılıp nasıl biriktirilmiş-tir, soran var mı? Sakın sormayın; orası yasak böl-ge, kişilerin özel hayatına girilmez! Aman ha! Yoğurt yiyeni karıştırmayın… Konumuz “yolsuzluk”. Biz ondan bahsediyoruz. Burada yolsuzluk var mı, yok mu siz ona bakın! Öte taraftan: Bir-iki Bakanımızın oğulcuklarının evlerinde para kasaları, para sayma makineleriyle Üç, Beş Kuruş paracık bulunmuş!… Alın teri göz nuruyla kazanılmış diyelim! Danışmanlık hizmetlerinden mesela… Bulunmasın mı, bunlar bakanlarımızın çocukla-rı; o kadar hakları yok mu canım? Bunun rüşvetle ne ilgisi olur? Rüşvet olabilmesi için: Devletin kasasından çıkan değil, siyasetçinin ya da memurun cebine giren para olması gerekirmiş. (Sayın Başbakanımızın tanımı) Bu evlatçıklar: Siyasetçi mi? Hayır. Devlet memuru mu? Hayır. O halde; bunlar rüşvete girer mi? Hayır. Başka bir örnek: Sayın Bakanımızın kolundaki sıradan değerli! Bir saat, nasıl rüşvet sayılsın ki? Cebine bile girmemiş, henüz kolunda duruyormuş… Cep saati değilmiş yani… Kol saati, halis muhlis; hem de kallevisinden… Eee! O kadar cık şey bakanımıza yakışmaz mı canım? Yakışmış tabii… Bakanımız yakıştırdıktan sonra… Şu basın yok mu şu basın? Paralelcilerin! Borazancılığını yapan, faiz lobisinin şakşakçısı basın… Ah be! Bunların yatacak yeri yok vallahi… Tutturmuşlar havuz da havuz… Ne varmış havuzda? Onlara göre: Rüşvet varmış, yolsuzluk varmış, pis kokular geliyormuş… Allah, Allah! Ne günlere kaldık. Bunların kulakları var duymazlar, gözleri var görmezler, vicdan dersen hak getire… Söyleyin yahu! Devletin hazinesinden çıkan var mı, memurun, ya da siyasetçinin cebine giren para var mı? Vallahi de yok, billahi de yok, tillahi de yok… Üç beş kişi aşka gelip, havuza Üç Beş Kuruşçuk! Para atmışlar… Balıklar yesin diye mesela… Şanlı Osmanlı Tarihimizde iz bırakmış hünkarlarımızdan Deli unvanlı İbrahim Han Hazretleri de altınları keyifle atarmış havuza; balıklar yesin de büyüsün diye… Ecdadımızın yolundan gitmek, niye yolsuzluk, niye rüşvet olsun ki? Oysa Biz: Kilo metrelerle duble kara yolları ve çok hızlı tren yolları yaptık ve yapıyoruz… Neden? Yolsuzluklara yol bulunsun diye…