Kara Davut Oğlu Musa, benim dedemdir.

 

Kara Davut Oğlu Musa, benim dedemdir.

Çerkezdir.

Çerkezler:

Şeyh Şamil’in Kafkasya’da Ruslara yenilmesinden sonra, çarın askeri olmamak ve O’na vergi vermemek için, Osmanlı topraklarına göç ederler…

Müslüman oldukları için tabii…

Çileli ve ölümcül yolculuklar sonunda, Osmanlı hükümranlığında bulunan Yemenden ta Galiçya arasındaki topraklara öbek, öbek yerleşirler…

Dedemlerin boyu da Antalya Korkuteli yöresine, İki ayrı köy olarak iskan edilirler.

28 Temmuz 1914 başlayıp 1918 Yılı Ekim sonunda bitecek olan I. Dünya Savaşı; 19 Şubat 1915 de Çanakkale’ye sıçramış, İngiliz ve Fransız güçlerinden oluşan donanma, boğazın girişini tehdit etmeye başlamıştır.

Bu sırada dedem, Çanakkale’nin savunulmasın-da görevlendirilmek üzere askere alınır…

Çanakkale Savaşları İki aşamalıdır.

İlki deniz savaşlarıdır ki: 19 Şubat 1918 de düşmanın Boğazın giriş yerlerini top ateşine tutmasıyla başlar; 18 Mart 1918 de akşam üzeri müttefik donanmasının yarısına yakın bir gücünü kaybetmesiyle sona erer.

Bu süreç, Türk Boğaz savunması açısından bir destan, bir kahramanlık ve bir inanç mankıbesidir. Bir Seyit Onbaşı mucizesi, bir Nusrat gemisi ve süvarilerinin gözü pek kararlılığı, harp tarih sayfalarına altın harflerle perçinlenmiştir…   

44 Şehit, 70 Yaralı verilmiş, 3 Top da tahribata uğramıştır.

Buna rağmen:

Günümüze kadar ulaşan “Çanakkale Geçilmez.” Sloganını kabul etmek zorunda kalan düşman; savaşarak boğazlardan geçilemeyeceğini anlamış, şansını bir de karadan denemeye kalkışmıştır…

26 Nisan 1918’de başlayan kara savaşları: 9 Ocak 1916’da düşmanın Seddülbahir cephesinden son kuvvetlerinin çekmesiyle son bulmuştur…

Sekiz Ay On Dört gün süren bu savaşlar, Yüz Binleri aşan Mehmetleri, kefensiz toprağa gömmüş-tür. Ama Düşmana bir karış vatan toprağını dahi kaptırmamış bedelini canıyla, kanıyla ödemiştir…

İşte:

İsmini aldığım dedem bu muharebelerde şehadet şerbetini işmiş, bu toprakları biz torunlarına vatan olarak bırakmıştır…

Şair Arif Nihat Asya’nın dediği gibi:

 “Toprak uğruna ölen varsa vatandır.”

Bu nedenle, bu topraklar bizlerin vatanıdır. Çün-kü çok iyi biliyorum ki: Hemen, hemen her ailede, dünden bu güne bu topraklar için şehit düşmüş mutlaka bir can vardır.

Ama ne çare ve de ne acı ki:

Denizden geçemeyen, karadan yürüyemeyen düşmanlar: Ters yüz olup geldikleri yere geri dönerken, çok değil; takribi İki Yıl sonra, yani 30 Ekim 1918 günü akşamı Limmi Adasının Mondros Limanında, Agamenno Zırhlısında imzalanan teslim anlaşması sonucu bu kez: Elini kolunu sallaya, sallaya bayram yaparak İstanbul’u işgal etmişlerdi…

Şimdi düşünüyorum da:

O ki: İşgal ettirecektik de: Neden Yüz Binlerce vatan evladı öldü, neden, niçin genç kadınlar dul, çocuklar öksüz kaldı?

Geçelim…

Günümüze gelelim:

Müzakere ve barış sürecine yani…

1984 Ağustosunda Eruh da başlayan Türkiye Cumhuriyetine başkaldırma hareketi; önce, Maksizm, Sosyalizm perdesi ardında, dış güçlerin desteği ıle eylemlerine devam ederken, sonralarda; Kürt Halkına özgürlük, Türk ve Kürt Halklarının kardeşliği, daha sonraları; Kürtlerin Demokratik Hakları, yetmedi; özerk Kürt Devleti, olmadı; Eyalet Sistemi derken, İslam Birliği söylemiyle son bulun bir süreçte, bu ülkede yaşayan Otuz Beş Bini aşkın insan öldü.

Kimisine şehit, kimisine geberdi dedik…

Oysa, hepsi insandı; hepsinin anası, babası, bacısı, sevgilisi, sevdalısı, karısı, çocuğu, yuvası vardı.

Kimisi şehit oldu, kimisi hain…

Onca gazimiz…

Kolsuz, bacaksız, gözsüz ve unutulmaya terk edilmiş şanlı gazilerimiz.

Ne oldu şimdi?

Ölenleri geri mi getirdi, gazilerimizin kolunu bacağını mı yerine taktı bu süreç?

Hiç!

Peki!

PKK kayıtsız şartsız teslim mi oldu?

Yok canım! Millet Nevruzda kendi bayraklarıyla bayram yaptı görmediniz mi? Yeşil, kırmızı, sarı renklerle dolu bir meydan… Ne kırmızı var ne de beyaz…

Yoksa: Kürtlere özerklik, demokratik haklar Vs… Vs gibi beklentiler mi vaat edildi?

Orası, bilinmiyor; “Gayp”. Gaypı bir Allah, bir de Başbakanımızdan başkası bilemez...

Ne oldu şimdi?

PKK hiçbir taviz almadan silahlarıyla ülke sınırlarını terk ediyor, halk da bayram yapıyorsa:

Ben soruyorum: Be Öcalan! Kimden öç aldın? Binlerce insan niçin öldü, onca ocaklar söndü, yüreklere kor düştü? Başladığın noktaya bunun için mi döndün?

Bu olay bana meşhur fıkrayı hatırlatıyor:

...Ağanın kahyası: “Ağam be! O ki; bu atla araba yine senin olacaktı da, biz bu b.ku neden yedik?”  

Dikkat isterim, dikkat!

Birilerinin yıldızını parlatmak için, Türkiye’nin yörüngesi değiştirilmek üzere…

Hey Millet! Hey Ümmeti Muhammet! Uyan, Gör, biraz da beyninle düşün! Hep midenle değil…