Kimdir bu örümcek? Ortadoğu coğrafyası üzerinde, sınırların değişeceğini, yeni yeni devletlerin oluşacağını söyleyen ve liderliğini yapan Amerika ve dahi O’nun dümen suyun da kulaç atan Batılı güçler… Evet görüyorsunuz; hepimizin gözü önünde oynanıyor çok önceden yazılan bir senaryo… Senaryonun konusu, taaa 1800’lü yıllara dayanır. İçten yanmalı ve patlamalı motorların icadıyla ihtiyaç duyulan petrolün bol bulunduğu coğrafyaların kontrol altına alınmasıdır. Bir başka konu da: “Armadagada” denilen, Fırat Nehrinin Batısı ile Nil Nehri arasındaki topraklara sahip olabilmesi için, İsrail’in ayağa kalkışmasıdır. İki nehir arasındaki bu topraklar: İsrail Oğullarına Allah tarafından bağışlanmıştır. (Tevrat, Çıkış: Bab 23, Ayet 31…) Oyunun platformu: Şimdilik Arap Yarım Adası’nın Kuzeyi; Irak, Suriye ve Türkiye üçgeni olarak belirlenmiş… Yönetmen: Amerika… Yönetmen yardımcıları: Batılı kodamanlar… Teknik danışman: İsrail… Müşahit kontrol: Rusya… Ana tema: Kurulması hayal edilen Büyük Kürdistan Devleti… Başrollerde: Türkiye yönetim kadroları… Diğer rollerde: Barzani’nin KDP’si, Öcalan’ın PKK’si, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin BDP’si, Bölücülüğü idealizm olarak gören Türkiyeli Kürtlerin KCK’ sı… Figüranlar: Kendisini aynada seyreden aydınımsı-lar. Yani: 2010 referandumuna Yetmez ama evet diyenler. Filimin deneme çekimleri: SEVR Anlaşmasının 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devletince imzalanmasından sonra başlar… Biliyorsunuz bu anlaşma: Anadolu’nun emperyalistlerce bölünüp parçalanması; İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rumlara pay edilmesi, aynı zamanda Doğuda Ermeni ve Kürt devletlerinin kurulmasını içermektedir… İçermektedir içermesine de; Anadolu’nun öz evlatları da boş durmamaktadır hani… Başlarında Mustafa Kemal Paşa, (Henüz ATATÜRK olamamıştır) Arı disipliniyle çalışmakta, gelecekte oluşacak tam bağımsız Türkiye’nin bal peteğini örmektedir… Çekim, 1920 Koşgiri isyanıyla motor der… Hakkari Nasturi İsyanı 1924, Bingöl, Muş, Diyarbakır Şeyh Sait İsyanı 1925 ile devam eder, 1926 yılı içerisinde tam, tamına yedi isyan kameradan geçer. Ta! 1937 yılına kadar irili ufaklı On İki İsyan ve meşhur Dersim Kalkışmasıyla stop denilir… İkinci Dünya Harbi: 1980’li yıllara kadar çekimlere ara verilmesine neden oldu. Tam unutuldu derken; “Su uyur, düşman uyumaz” örneğinde olduğu gibi konu, hakim odaklarca yeniden ısıtılarak önümüze kondu… 1984 Eruh tetiklemesinden sonra Baba Buşh’un komutuyla 1990’da başlayan I. Körfez Müdahalesi ve meşhur 36. Paralel yasaklaması derken, evlat Bush’ un Irak seferi ve Saddam’ın katli sonucu, “Kuzey Irak Özerk Kürt Bölgesi” adı ile bir bebeğin doğması senaryonun finaline işarettir. Ancak: Filmin The End diyebilmesi için Türk Milleti’nin ikna edilmesi gerekmektedir. Bu millet 29 yıldır adı konulmamış bir savaşın içinde yoğrulmuş, neredeyse Türk İstiklal Savaşında verdiği şehit sayısını aşan boyutta canından olmuştur… Tırsmamış, yılmamış, dimdik ayaktadır… Akıtılan kanlardan, dökülen göz yaşlarından ve yakılan ağıtlardan sonuç alamayanlar şimdilerde barış rüzgarları estirmektedir… Ne güzel değil mi? Şehit haberleri gelmesin analar ağlamasın, dağlar-daki analar da(ki onların da yüreği yanar) ağıtlar yakmasın… Bunlara kim hayır diyebilir? Hani söylenir ya: “Her şeyin bir bedeli vardır.” diye. Bu barış çığlıklarının, bu hamasi nutukların, Türk Milletine bedeli ne olacaktır? Asıl mesele burada. Bunu dillendiren yok… Sonuç gerçekten barış ise, çok kolay: Eşkıya dağdan iner, silahlar bırakılır, asayiş normale döner, siyasi af gündeme gelir. Harbe harcanacak paralar, Doğu ve Güney Doğu’nun kalkınmasına, iş alanlarının açılmasına, toprakların ekilmesine kullanılır. Misak Milli Sınırları içerisinde, insanca mutlu bir yaşam şekli kurulabilir… Böylesi bir barışı: Senaristler, rejisörler ve Onların yardımcıları Kabul eder mi? Edebilmeleri, asırlar boyu harcadıkları emekleri boşa çıkarmaz mı? Onların amaçlarını son Diyarbakır cümbüşünde, Sayın Başbakanımız açıklayıverdi: KÜRDİSTAN! İyi mi? Sayın Başbakanımız, kendi devletinin sinesinde Kürdistan devletinin bir parçasını ister mi? Sizler ne dersiniz bilemem, bence istemez… Ama ne yapsın; gelecek kaygısı, ikbal endişesiyle Amerika’nın çizgisinden ayrılamaz, Onun isteminden kendisini soyutlayamaz… “Kubura süpürülmek” de var işin içinde! Bakar mısınız? Amerika’nın tutsak konuğu emekli vaizimiz bile: Dün Firavun benzetmesiyle eleştirdiklerine, şimdilerde ağız değiştirip methiyeler düzmeye başladı bile… Hedef belli: Seçim arifesinde oy erozyonunu engellemek… Sonuç da belli: Türkiye son hızla bölünme virajına ve sonun başlangıcına yaklaşıyor. Bu gidiş iyi bir gidiş değil… Bu gidişe dur diyecek, Anadolu İnsanı ve Türkiye Cumhuriyetinin kötü talihini yenecek olan: Yine Türk Milletinin kendisidir ve kararıdır… Be anlattığımı sanıyorum; acaba sizler anlayabildiniz mi?