Ülkemizde yaşanan bu son depremlerden sonra halkımızın kafası hayli karışık dolayısı ile geleceğe kaygı ile bakmaktadır. Deprem bölgesinde bulunan ve direk deprem den etkilenen insanlarımız canlarını ve mallarını kaybetmenin açı ve çaresizliği ile umut ve geleceklerini de kaybetmişlerdir. Her ne kadar gerek Devletimizin ve gerekse milletimizin büyük özveri ile yapmış oldukları maddi ve insani yardımlar, geride kalanların yaşama ve hayata tutunma noktasında bir nebze olsun katkı sağlasa da depremin bölge insanımızın sinesinde açmış olduğu derin yaranın iyileşmesi ve orada yeniden hayat ve umutların yeşermesi uzun süreceği gibi yaşananlarda hafızalardan öyle kolay silinmeyecektir.
Ülke ve millet olarak bu yaşananların ardından, yaşananlardan ders alarak, geleceğimizi ona göre yapılandırırsak bundan sonraki depremleri daha az can kaybı ve yapı hasarı ile atlatabiliriz. İnsanlarımızın sıkça sorduğu soru? Yaşadığımız binalar depreme dayanıklı mı? Cevap 2000 yılı öncesi yapılan yapılar yeterli mühendislik kontrol hizmeti almadığı ve yapım aşamasında depreme dayanım sağlayacak kaliteli malzeme kullanılmadığı için bu tarih öncesi yapı stoku riskli diyebiliriz. Şunu unutmamak gerekir ki, depreme duyarlı birey ve toplum olmadan, depreme dayanımlı yapı ve yapılaşmayı oluşturamayız. Hastalanınca kendimize iyi bir uzman doktor ararız ama ev alırken ve yaparken iyi bir Mimar, Mühendis, Denetimci aramayız. Buda yaşananların başka bir realitesi.
Gelelim bir yapının yapım aşamasında depreme dayanımla hale getirilmesindeki maliyetine. Tasarım aşamasından başlayarak yapılaşma süreci dahil olmak üzere depreme dayanımlı hale gelmesi için alınması gerek ilave önlemlerin toplam maliyeti yapı maliyetinin %5’ini geçmez. Mevcut yapıların depreme dayanımlı hale getirilmesi ise yapı maliyetinin yaklaşık %25 gibi ek bir maliyetle mümkündür. Bu işin teknik boyutu, bir de bu işin sosyolojik boyutu var ki o teknik boyutundan daha zor. Peki o nedir? Toplumsal ahlak dejenerasyonu, toplumda ahlaklı vatandaş kalmadı. Çünkü vatandaş yaptığı işin önem ve ehemmiyetini anlayıp benimsemiyor, yasa, kural yaptırım ceza para etmiyor. Vatandaşın bunu benimsemesi şart. Ülkemizde sorun yapılar da değil onları planlayan ve üreten zihniyette. Siz dünyanın en iyi deprem yönetmeliğini sahip olsanız dahi fayda etmez. Çünkü kafalar hep aynı. Kafa olunca yönetmelik değişse de, uygulamalar değişmedikçe sonuçlar hep aynı olacaktır. Rüşvetin, torpilin olağan sayıldığı, dürüstlüğün enayilikle eş anlama geldiği, köşe dönmeciliğin marifet sayıldığı bir toplumda biz hangi etik kuraldan ve anlayıştan söz edebiliriz. Ehliyet ve liyakatin olmadığı sizden ve bizdenciliğin teşvik edildiği , korunup kollandığı, çalışmadan üretmeden kazanmanın akılcılık olduğu, emeğe saygının olmadığı, rantın üretilerek kamu yararına değil, menfaatperestler arasında paylaşıldığı bir toplumda bizler sadece deprem felaketini değil felakete neden olan toplumsal zihniyeti de konuşmalıyız.
Yüksek Mimar Mühendis
Dursun Öztürkoğlu