Çağırmak, yardım talep etmek, yalvarmak; küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vaki olan talep ve ni-yaz; sığınmak, nida etmek gibi manalara gelen “dua” terim olarak, kulun samimi ve içten gelen bir şekilde Allah’a sığınmasını ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında güçsüzlüğünü ifade etmesini, sevgi tazim duyguları içerisinde O’nun lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Dua, Allah’ın (c.c) büyüklüğünü dile getirme, O’na yalvarma, hamdetme, şükretme, O’nu övme ve aynı zamanda Allah’a karşı sevgi ve saygı sunma ifadesidir. Dua, aynı zamanda kulun Yaratıcısıyla sürekli bir biçimde iletişimde bulunduğu bir ibadet olarak da tanımlanabilir.
Çünkü özel zaman ve mekanlarda kimi dualar bir yana bırakılacak olursa, dua, genel ve geniş anlamda hiçbir törene bağlı bulunmayan, şekil ve şartlardan bütünüyle sıyrılmış, zaman ve mekan bakımından süreklilik gösteren bir ibadettir. Hz. Peygamber (s.a.s)’in, “Allah Teâla katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.” (T3370 Tirmizi, Deavât, 1; İM3824 İbn Mâce, Dua, 1) ifadesi, bu ibadetin önemini gösterme açısından dikkat çekicidir. Nitekim Hz. Peygamberimiz dua ile ilgili olarak, “Dua ibadetin özüdür.” (T3371 Tirmizi, Deavât, 1) buyurmuş, başka bir rivayete göre ise, “Dua ibadetin ta kendisidir” dedikten sonra şu ayeti okumuştur. “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşığılanmış halde cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60; t3372 Tirmizi,Deavât, 1; D1479 Ebu Davud, Vitr, 23) Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah (c.c), “Bana dua edin ki, duanıza icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60) ayetiyle kullarını kendisine çağırır adeta. “(Resulüm!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan 25/77) ayetleriyle, yaratılış gayelerini kullarına hatırlatır. Böylece kendisine kulluk yapması için yarattığı insandan, kulluğunu göstermesini ister.
Kulluğun özü ise duadır. Bu yönüyle dua, Allah ile kul arasında bir diyalog geliştirmek ve bir iletişim kurmaktır. Bu iletişim esnasında kul, kendini yaratan Rabbine samimi bir şekilde halini arz eder; acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir; bunun karşısında o yüce makamdan yardım, bağış, af, merhamet, güç ve destek ister. Böylece O’na olan bağlılığnı, teslimiyetini ve samimiyetini gösterir. Allah, ihtiyacı olmadığını düşünen, kendini dua etmekten müstağni gören ve Rabbi ile iletişimi sağlayan duayı terk eden insandan hoşnut değildir. (İM3824 İbn Mâce, Dua,1) Zira bu, Yaratan karşısında kibirlenmenin ifadesidir. İnsan ve Allah arasındaki bu iletişim herhangi bir zaman ve mekânla sınırlanamaz.
İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin düşünürler (ve şöyle derler;) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Al-i İmran, 3/191) ayeti bu gerçeği ifade eder. İnsan özellikle sıkıntılı durumlarda Rabbine yönelmeli ve O’na dua etmelidir. Bu sıkıntılar karşısında dua Resülullah’ın da buyurduğu üzere, “Mü’minin silahı” konumundadır. (YM439 Ebu Ya’la, Müsned, I, 344) Ve Allah Resülü, “Sizden her kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapısı açılmıştır.
Allah’tan istenilen şeyler arasında O’na en sevimli geleni, afiyettir.” dedikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir: “Dua başa gelen ve henüz gelmeyen belaya karşı fayda sağlar, Ey Allah’ın kulları, duaya sarılın.” (T3548 Tirmizi, Deavât, 101) Ancak Allah, insanların sadece sıkıntıya düştüklerinde dua etmelerini istemez. O varlıkta olduğu kadar yoklukta, sıkıntıda olduğu kadar rahat zamanlarında da kulunun yakarışını duymak ister. Sadece darda kaldığı anlarda Allah’ı hatırlayarak dua eden kimse, “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir kötülük dokunduğu zaman da yalvarmaya koyulur.” (Fussilet, 41/51) ifadeleriyle Kur’an-ı Kerim’de kınanır. Nitekim bu tavır, Allah’ın ayetlerini inkar edenlerin, başlarına bir musibet geldiğinde büyük bir acizlik içerisinde yalvarmalarına, Allah onları bu musibetten kurtardığında ise nankörlük yapmalarına benzemektedir. (Lokman, 31/32) Oysa insan, her an Allah’a muhtaç olduğunun, O’nunla kurduğu bağı her an sağlam ve taze tutması gerektiğinin şuurunda olmalıdır.
Nitekim Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resülullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Sıkıntılı ve ıstıraplı anlarda duasının kabul edilmesi kimi sevindirirse, bolluk ve ferahlık zamanlarında duasını çoğaltsın.” (T3382 Tirmizi, Deavât ,9). İyi gününde şükreden, eline geçen nimeti O’nun rızasına uygun biçimde kullanabilmek için Rabbine dua eden kul, bolluk ve refah içinde de Yaratıcısına bağlılığını ve sadakatini göstermiş olur. Sabah akşam O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte (Kehf, 18/28) Rabbini niyaz eder. Dua etmenin yasak olduğu bir zaman yoktur. Ancak, ayet ve hadislerde bazı vakit ve durumlarda yapılan duaların daha makbul olduğu belirtilmiştir. Bu vakitler, kulun Rabbine daha yakın olacağı özel zamanlardır. Seher vakitleri bu değerli zaman dilimlerinden birisidir. Rabbimiz, “Onlar, (takva sahipleri) seher vakitlerinde bağışlanma dilerler.” (Zariyat, 51/18) ayeti bu vaktin kıymetine dikkat çeker. Peygambermiz (s.a.s) de dua için, gecenin son üçte birinin önemli olduğuna vurgu yapar.
Zira bu vakitte Rabbimiz dünya semasına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle der: “Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim. Benden bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim. Af dileyen yok mu, onu bağışlayayım.” (M1969 Müslim, Cum’a, 13;D521 Ebu Davud, Salât, 35) zikrederek aslında Mü’minlerin her anlarını dua için fırsata çevirmelerini isterler. Dua eden kişinin, her şeye kadir olan Rabbine el açtığının farkında olması ve dilinden dökülen yada gönlünden geçen cümleleri seçerek ve Rabbine yakışır bir biçimde dua etmesi gerekir. Bu bağlamda Resülü’nün diğer bir tavsiyesi, “Allah’a kabul edileceğine gerçekten inanarak dua edin. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.” (T3479 Tirmizi, Deavât, 65) şeklindedir.
Allah (c.c), “Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip bana inansınlar ki, doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Bakara, 2/186) Ayetiyle kendisine yönelen kulun duasını kabul edeceğini vaad eder. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.v) ise, “Şüphesiz Rabbiniz son derece haya ve kerem sahibidir. Ku-lu O’na elini kaldırdığı zaman, o elleri boş çevirmekten haya eder.” (D1488 Ebu Davud, Vitr, 23) buyurmuştur. Böyle bir lütuf karşısında Rabbine dua eden insandan, (azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak Allah’a yönelmesi istenmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda: “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.” (A’raf, 7/56) buyurulmaktadır. Allah Teâlâ bu şekilde dua eden Mü’minin duasına önem vermekte, onun yalnız olmadığını, her türlü şartta durumunu bilen ve ona yakın olan bir Allah bulunduğunu hatırlatmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.s), duada istenecek şeylerin meşru, olumlu ve anlamlı olmasına da özen gösterirdi. Bu nedenle Hz. Peygamber, Allah’ın duaları kabul edeceğini belirtirken, günah işlemeyi hedefleyen veya akrabalık ilişkilerinin kesilmesini isteyen duaları istisna etmiştir. (M6936 Müslim, Zikir, 92) İnsanın kendi kendine dua etmesi kadar, başkalarından dua alması da önemlidir. Bir defasında Allah Resülü, Hz. Ömer’e şu tavsiyede bulunmuştur: “Bir hastanın ziyaretine gittiğinde ondan senin için dua etmesini iste. Zira hastanın duası meleklerin duası gibidir.” (İM1441 İbn Mâce, Cenâiz,1) Müslümanın din kardeşi için yaptığı dua hakkında ise Peygamberimiz (s.a.s) şunları söyler: “Kişinin (din) kardeşi için gıyabında (onun olmadığı yerde) ettiği dua makbuldur. O kişinin başucunda, duasına amin diyen bir melek bulunur. O kişi (din) kardeşine hayır dua ettikçe (görevli) melek: ‘Amin, (din kardeşin için istediğin) hayrın misli senin için de olsun.’ der.” (İM 2895 İbn Mâce, Menasik, 5).
Bunun gibi, anne babanın çocuklarına yaptığı dua ile misafirin ve yolcunun duaları da kabul edilecek dualar arasında zikredilmiştir. (T1905 Tirmizi, Birr, 7). Diğer taraftan haksızlığa uğrayan insanların da bedduasından sakınmak gerekir. Allah Resülü, Muâz b. Cebel’i Yemene gönderirken, mazlumların duasından sakınmasını tavsiye eder ve şöyle buyurur: “Mazlum ile Allah arsında (duanın kabulüne mani olacak) hiçbir perde yoktur.” (B4347 Buhari, Megâzi, 61) Netice olarak insan, hayatını duayla anlamlandırmalı, duasız bir hayatın Allah katında değeri olmadığını bilerek varlığına değer katmak, hayatını anlamlı kılmak ve Allah katında bir hoşnutluk bulmak için dua etmelidir. Yaptığı dua ise içten ve samimi olmalıdır. Gerçekleşeceğine inanarak, ısrarla Allah’a isteklerini arz etmeli, ama duasının bir an önce gerçekleşmesi için acele etmemelidir. Kur’an’daki dua ayetleriyle yada selef-i salihinden nakledilen/me’sûr dualarla Rabbimize niyazda bulunmak mümkün olduğu gibi, kendi diliyle ve kendi hislerini ortaya koyarak, içinden geldi-ği gibi dua etmek de mümkündür.