İnsanı diğer canlılardan ayıran düşünce ve merhamet duygusudur. Düşünmeyen ve merhameti olmayan bir insanın diğer canlılardan bir farkı yoktur.
Şiddet ve nefretle dolu bir kişiliğe sahip olan kişiye biz tabiri caizse: ”cani”, “insanlık dışı yaratık” v.b. diyoruz.
Hemen her gün televizyonda haberlerde sıkça izlediğimiz bir olay: “Kadına şiddet!” Yâda: “hayvanlara eziyet!”
Her fırsatta bu sütunlardan sesleniyorum:
“Kadınlarımız, analarımız, bacılarımız ve kızlarımız bizim baş taçlarımızdır! Bunlar bize Allah’ın emanetleridir!” demekten dilimizde tüy bitti. Ancak hala kadına şiddet uygulayan magandalar bu kötü huyundan bir türlü vaz geçmedi.
Kadına el kaldıran erkeğin ben erkekliğinden şüphe ediyorum! Aciz’e el kaldıran biri erkek olamaz! Dışarıda gücünün yetmediğine sesini çıkaramayan kişi evde eşine aslan kesiliyorsa o kişi olsa, olsa erkek kılığına bürünmüş bir korkak ve aciz biridir.
İş yerinde amirlerinden fırça yiyip sesini çıkaramayanlar evde eşine içindeki kini kusup, ona şiddet uyguluyorsa, bu kişinin ne kadar aciz biri olduğunun açık göstergesidir.
Böyle kişiler aile içindeki şiddetin çocukları ne kadar etkilediğini bilmesi ve çocukların yanında eşi ile tartışmaya bile girmemesi gerektiğini kavraması lazımdır.
Yarın bu çocukların da şiddete meyilli olacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Böyle yetişmiş çocuklar şiddete, önce çevresindeki hayvanlara karşı kötü davranarak başlar. Sonuçta büyüdükçe şiddet yanlısı babasının izinden gideceği de muhakkaktır.
Birde madalyonun diğer yüzü var ki bu daha da korkunç!
Nedir diye soracak olursanız? Geçenlerde yazdığım bir makalemde de bahsettiğim gibi:
Evinde eşinden şiddete maruz kalan kadınların bir kısmı ise internetten bulduğu biri ile evini ve çocuklarını terk edip o kişi ile yaşamasıdır.
Tv kanallarının birçoğunda yapılan programlarda evini terk eden kadınlar ile doludur. Program yapan sunucuların böyle kadınları aranması sonunda bulunan kadınların bahanesi hazırdır:
“Eşimden şiddet görüyordum! Bende sevdiğim bir başka erkekle kaçtım!” gibi.
Bakın, bu cümleyi ne kadar kolay söyleyebiliyorlar! Hayret etmemek elde değil. İki üç çocuğunu boynu bükük bırakıp bir başka erkekle hayatını sürdürmek sizce etik mi? Ya masum çocukların geleceği nasıl olur? Bu çocuklar büyüdüğü zaman o anneye ne söyleseler müstahak değil midir?
Bu tür olayları izledikçe kanım donuyor ve kendime sormadan geçemiyorum:
“Bu topluma ne oluyor?”
Aile ocağı kutsaldır! Aileyi ayakta tutan iyi geçinmek ve hoş görülü davranışlarda bulunmaktır! Evlilik akdi yapıldığında nikâh memurları evlenecek çitte ne söylediğini hepimiz biliriz:
“İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta beraber bir yastıkta kocayın!” demez miyiz?
Oysa şimdilerde evliliği çocuk oyunu olan evciliğe çevirmişiz!
Bu gün nikâh yarın boşanma için adliye koridorlarını dolduracak ise, evliliğin tadına nasıl varacağız?
Hepimiz çok iyi biliriz; çok güzel bir özlü söz vardır:
“Yalnızlık Allah’a mahsustur!” diye.
Peki, böyle bir kutsal müesseseyi idame ettiremeyecek isek neden evlilik yapıyorsunuz? Diye de böyle çiftlere sormak lazım?
Şimdilerde adeta moda haline gelmiş olan ve evini terk eden kadınların çoğunun söyledi bir laf var:
“Artık ben kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum!”
Bu söylemden şunu çıkarmak gerekiyor sanırım: Bu güne kadar eşinin ayaklarını kullan kadın, bundan sonra kendi ayaklarını kullanacak demek!
Hani kaba bir argo tabir var ya:
“Bırakın bu ayakları kardeşim! Hangi ayaktan bahsediyorsunuz? Bence o ayaklar koktu! Kendinize başka bahaneler bulun.”
Evlilikte tartışma, kavga gürültü patırtı gibi kötü sözde söylenir. Bütün bunlar olur ama daha sonra her şey durulur hatalı olan diğerinden özür diler. O olay orada biter ve unutulup gider.
Birde saplantıları olanlar var ki Allah böylelerini ıslah eylesin! Yapılan kavgaların boyutunu uzatıp sonunda eşini darp eden, yaralayan veya öldüren kişileri haberlerde dehşetle izliyoruz. Sonuç ne olursa olsun tek kelime ile:
“Şiddetin dini ve cinsiyeti yoktur!” sözünü unutmamamız gerekir!